13 Şubat 2024 Salı

Toplumlar Nasıl Sömürülür

Sosyoloji konusunda henüz istediğim seviyelere uzak olsam da düşünmeyi epey sevdiğim alanlardan biridir. Toplumların nasıl sömürüldüğüne değinmeden önce toplumun nasıl bir araya geldiğine ve 'kültür'ün nasıl oluştuğuna değinmek gerekmektedir.

Daha önce bir yazımda da değindiğim üzere ahlak konusu burada büyük önem teşkil ediyor. Evrensel bir ahlak anlayışı olmadan insanların bir araya gelmesi, gelse de  bugünkü aklı sayesinde dünyada hüküm süren formda olması imkansızdı. Kısaca doğal seçilim mi yoksa yapay seçilim mi veyahut da ikisinin bir birleşimi mi olduğuna emin olamadığım biçimde ayna nöronları ve empati duygusu burada büyük önem teşkil ediyor, buna daha önce değindiğim için uzatmayacağım.

İnsansı toplulukların ve insan topluluklarının bir arada olmasının arkasında yatan çalmamak, öldürmemek, taciz etmemek, yardımsever olmak gibi genel kabullerin birbirinden bağımsız birçok kültürde, dinde, anlayışta ve tasavvufta yer edindiğini biliyoruz. Hayatta kalmak gayesiyle hem doğal hem de beşeri tehlikelerden korunmak için bir topluluğa muhtaç olmamız bunda temel sebeptir ve bu yargıların bütünü makro ahlakı oluşturmaktadır.

Buraya kadar anlattığım kısım makro ahlakı içeriyordu. Meselenin bir de mikro ahlak boyutu var ki işte bu kültürlerin nasıl oluştuğunu açıklıyor.

İbn Haldun'un da söylediği gibi coğrafya kaderdir. Her coğrafyanın zorunlu kıldığı iklim, ekosistem, insanların geçimini sağlamak adına yürüttüğü ekonomik faaliyetler ve bölgenin getirisi bir yaşam tarzı vardır. Bunların tümü ise kültürü oluşturur. Yani kültür; aynı coğrafyada yaşayan insanların temel güdülerini coğrafyaya uyarlaması ile verdikleri hayatta kalma mücadelesi ve bir nizam oluşturma adına sağladıkları ortak bir reflekstir. Mikro ahlak da budur.

Hala insan kurban eden kabileler, farklı objelere ve canlılara özel anlamlar atfeden inanışlar, belli rakamlara ve davranışları uğursuz bulan batıl inançlar vb. şeyler bambaşka kültürlerdeki insanlara ne kadar saçma gelse de aslında bu davranışların hepsinin altında birbirleriyle aynı kaygılar yatmaktadır. Kollektif bilinçaltının getirisi arketiplerin, dünyayı anlamlandırma yolundaki kaygılarının farklı coğrafyalarda olup aynı kaynaktan beslenerek farklı biçimlerde dökülen ve aynı denize giden reflekslerdir.

Kültürlerin bu kadar farklı olmasının yanında neredeyse her toplulukta gizli veya açık bir kast sistemi, egemen sınıf ve topluluğunun genelinin sömürüsü yaşanmaktadır.

Sömürüler genel olarak kaygı - değer - kutsal - tabu düzleminde ilerler ve tüm bunların sonucu kaçınılmaz olarak çarpık bir düzendir.

Ortada bir kaygı vardır ve bu kaygılar genellikle her insanın içinde bulunan ortak kaygılardır. Bu kaygıya çözüm bulmak adına bir değer geliştirilir. Değerler zamanla ulviyet kazanır ve kutsal haline gelir. Kutsallar ise zamanla eleştirilemez, konuşulamaz ve hatta düşünülemez hale gelir, artık bir tabu olmuştur, kesinlikle sorgulanamazlar. Bu sistemden nemalanan çıkar grupları mutlaka mevcuttur. 

Kaygı zaten doğal bir tavır olduğu için kaygının bastırılması adına geliştirilen değerler de doğaldır. Kutsallaştırma meselesinde çıkar gruplarının parmağının bulunması kuvvetle muhtemeldir fakat kesin değildir. Tabulaştırma ise sömürenlerin eseridir. Çünkü tabularla sorgulanamaz raddeye gelinir ve çarpık düzenler bu sayede kurulur.

İster siyasi akımları, ister feodal sistemleri, ister inançları ve tarikatleri ele alın hepsinde benzer örgülerle karşılaşacaksınız.

Bu çarpık düzenlerin alameti farikası korkutmaktır. Sevgi ve hoşgörünün olduğu ortamda bilgelik ve özgürlük öne çıkar. İnsanlar istediği gibi yaşar ve kendisi gibi olmayanlara da saygı duyar, bu da bir kültürdür fakat insanların bu düzlemde sömürülmesi mümkün değildir. Sorgulanamaz tabular, korkular, neye niye inandığı bilmeyen yığınlar, hayatın anlamını çarpık düzenin dayatmasıyla bulan güruhlar ise mankurtlaşır ve sömüren sınıfı her daim egemen tutar, bu düzene baş kaldıranları ise bu yığınlar elemine ederler.

Woke kültür ve SJW gibi toplulukları da ele alırsak tabuları yıkıp sosyal adaleti sağlamak adına çıktıkları bu yolda kendilerinin de aynı düzlemden geçip inandıkları kavramları sorgulamadan tabulaştırdıklarını fark edebilirsiniz.



7 Şubat 2024 Çarşamba

İstanbul İstanbul Olalı Hiç Görmedi Böyle Keder

 Bu yazıda İstanbul'daki seçimlerde Ekrem İmamoğlu karşısında Akşener, Erdoğan ve DEM Parti'nin planlarına değineceğim.

İlk olarak Meral Akşener'den başlamak istiyorum. Millet İttifakı'nın oluşumunda ben de dahil olmak üzere bazıları Meral Akşener'in işleri muhalefet adına bir şekilde bozabilme ihtimali üzerinde duruyordu. Öyle de oldu. Tabii ki seçim yalnızca Meral Akşener'in masayı devirmesiyle kaybedilmedi fakat tartışmasız da bu da bir etkendi. 

Akşener masayı dağıttı, bir maceraya atıldı ve İmamoğlu ile Yavaş'a da kendilerinden taraf olma çağrısında bulundu. Onlardan birisini aday gösterecekti. İmamoğlu ve Yavaş cephesi ise haklı olarak seçime çok kısa süre kaldığından dolayı bu davete iştirak etmediler ve genel başkanları Kılıçdaroğlu'nun arkasında durdular, başta İmamoğlu olmak üzere çok da çalıştılar. Ben ve benim gibi düşünenler ise Akşener'in bu hamlesini beklenen bir hizipçilik olarak algıladık. Fakat bu çağrı galiba tek boyutlu bir hamle değil, şimdilik iki boyutlu görünüyor, zamanla da diğer boyutları açığa çıkabilir.

Peki ikinci boyutu neydi, seçim zaten kaybedildi daha ne olabilir ki? Bu süreçte İmamoğlu ve Yavaş tepkilerin hedefi oldu. Bazı vatandaşlar kendilerini korkaklık ile itham ediyordu oysaki o dönem çağrılara kulak verselerdi CHP ve diğer küçük partiler bir yanda, İmamoğlu ile Yavaş'ın da katılımlarıyla İyi Parti ve Zafer Partisi bir yanda, Recep Bey ve şürekası birlik içinde bir yanda olacak ve seçim ikinci tura kalsa bile Erdoğan'ın karşısında kim olursa olsun muhalefet kendi içinde darmadağın olduğu için katılım bir hayli az olacaktı.

Meselenin ikinci boyutu kazansın ya da kaybetsin Kılıçdaroğlu sonrası dönem için CHP'nin genel başkanlığına ya da cumhurbaşkanlığı adaylığına gelecek olan Ekrem İmamoğlu'ydu. İmamoğlu İstanbul seçimini, Binali Yıldırım'dan ziyade Recep Bey'e karşı kazanmıştı üstelik iki kere. Genç, dinamik, halkla ilişkileri iyi, hitabeti güçlü ve siyasi karizması olan bir isim olduğu için muhalefet adına kurtuluşun en büyük umudu çok açık bir şekilde İmamoğlu'dur.

Akşener; zamanında yanılmıyorsam oğlum yakıştırmasını yapıp en zor zamanlarında birlikte olduğu, CHP il başkanı Kaftancıoğlu'ndan ziyade daha çok İyi Parti il başkanı Kavuncu ile temasta olan, İyi Parti tabanının da sevdiği Ekrem İmamoğlu'nu bunca şeyin üzerine nasıl desteklemeyip 31 Mart seçimlerini kaybetmesine sebep olabilecekti, çok zor bir senaryo değil mi?

O zaman masayı devirme macerasını tekrar hatırlayalım. İmamoğlu, Akşener'in çağrısına iştirak etmemişti ve bazı kesimlerce haksız yere korkak olarak anılmıştı o günden sonra da Akşener ile İmamoğlu arasında bir soğukluk başladı. Akşener o gün masayı devirerek bir taşta şimdilik iki kuş vurmuş gibi duruyor hem Tayyip ağabeyine seçimi kazandırdı hem de belediye seçimlerinde Ekrem İmamoğlu'nu desteklememenin zeminini hazırladı. 




Hatay Mahsun Kaldı Aman Ekrem Kalmasın

Atatürk'ün şahsi meselesi Hatay ise Recep Bey'in şahsi meselesi de İstanbul'dur, en büyük korkusu da İmamoğlu'dur. 

10 ilimizin etkilendiği depremin yıl dönümünde Recep Bey, Hatay mahsun kaldı dedi. Gerekli ve yeterli yardımların gidemediğinin itirafı gibiydi. Peki bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü durduk yere neden bundan bahsetmiş olabilir, bu söz gerçekten Hatay için söylenmiş bir söz mü?

Beklenen büyük İstanbul depremi herkesin malumu, öyle bir paranoya haline geldi ki insanlar artık kariyer planlamasından sırf bu sebeple İstanbul'u çıkarmaya başladı. Hal böyleyken Recep Bey acaba 20 milyona yakın İstanbulluya 'Deprem kapıda, Hatay'ın hali ortada seçiminizi doğru yapın.' mesajıyla aba altından sopa mı gösteriyor, gözdağı mı veriyor diye düşünmemek elde değil. Siyaset bu her şey olabilir, umarım öyle değildir.




Kocam Çıksın Mapustan, Türkiye Çıkamasın Kabustan.

Öncesinde DEM Parti'nin İstanbul'da aday çıkaracağı konuşuldu, ardından adayın Başak Demirtaş olacağı söylentileri çıktı. DEM Parti'nin kazanamayacağı garanti olan bu seçimde aday çıkartmasının İmamoğlu'nun kaybetmesi için bir adım olduğunu düşünenler oldu. Önce PKK Murat Kurum'u tehdit etti, ardından Başak Demirtaş adaylıktan çekildiğini açıkladı. PKK ile bağlantılı mı, bağlantılıysa ne kadar bağlantılı diye herkesin konuştuğu DEM Parti'nin PKK'nın bu tehdidinden sonra Başak Demirtaş'ın adaylıktan çekilmesi gerçekten düşündürücü. Her seçim dönemi Kandil'den gelen bu açıklamalar da düşündürücü. DEM Parti ile PKK'nın ilişkisi ve bu ilişkiden nemalananlar da düşündürücü. Diyelim ki İmamoğlu ile Recep Bey TV'de karşı karşıya gelse ve İmamoğlu'nun DEM Parti oyları kaygısı olmasa ve bu ilişki sarmalının hep Recep Bey'e yarayan simbiyotik bir ilişki türü olduğunu söylese Recep Bey ne diyecek gerçekten en merak ettiğim meselelerden biri.


6 Şubat 2024 Salı

'Yerli ve Milli' Eğitim Sistemine Geçiş: Normalin Anormalleştirilme Operasyonu

 AKP'nin yıllardır uyguladığı en kurnaz hamlelerden biri de hiç şüphesiz ki tabanı 'yerli ve milli' kavramına basan değerlerin üzerinde durarak abartmak ve karşı tarafı bu vesileyle kabartmak diyebilirim. Üstelik bunun üzerinde maalesef yeterince durulmadığı kanaatindeyim.

Bu yerli ve milli ve de dini politikaların samimiyetine hiçbir zaman inanmadım. Kuran'dan ayet sansürleyen, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan, yerli fabrikaları peşkeş çeken, her Cuma Bakara makara sallayan, bu milletin a... koyacağız diyenlerle iş tutan zihniyete nasıl güvenebilirim, bunlara ne diyebilirim, bunlara münafık diyene ise ne diyebilirim?

Bu zihniyetin yaptığı artık dini kullanmayı geçip normali, makul olanı istediği için bir topluluğu dinsizlikle, saygısızlıkla suçlamanın yolunu yapmaya giriyor. Bu dini kullanmanın da ötesinde bir durum. Dini, seküler gruplar için nefret objesi haline getirip muhafazakar tabana 'Kardeşlerim bunlar dinsiiiiz, bunlar ahlaksıııız, bunlar Allahsııııız' sözlerini haykırarak kitleyi konsolide etmek istiyorlar.

Ben ne dersem Allahsız diyecekler, bakalım Allah ne diyor: FE VEYLUN LİL MUSALLİN


Hz. Muhammed ezanın alet vasıtasıyla okunmaması buyurmuş, olsun, yüksek desibellerle dev hoparlörlerden ezanla okunsun. Hz. Muhammed mütevazı bir şekilde yaşasın, Ebu Zer şatafat içinde yaşayan Muaviye'nin sarayını proteste etsin, siz Muaviye'nin yolundan gidin itibardan tasarruf olmaz, siz kendinize yakışır şekilde Atatürk Orman Çiftliği'nde sarayda yaşayın. Sonuçta Muhammedi İslam, kullanılmaya müsait değil, bir eline güneşi bir eline ayı verseler bile doğrularından şaşmaz, Emevi İslam'ından yürüyün ağalar. Hem makam mevki sahibi hem şatafat sahibi hem de itibar sahibi olun. Biz Hz. Muhammed'in ve ehli beytin İslam'ını yaşatacağız, ant içtik.


Batı'yı ağzına sakız eden bu dinci zihniyetin Batı ile alışverişi bitmedi, bitmeyecek. Varoluşu İngilizlere borçlu Vahhabiler, emperyalizmin maşası olup Osmanlı'ya isyan eden Araplar, ABD'nin 51. Eyaleti konumunda olup Filistin zulmüne sessiz kalan Sudiler, İsrail'e lanetler yağdırıp İsrail ile ticaretine devam edenler, çocuklarını Batı'da okutanlar... Bir alışverişleri daha oldu. Hristiyanlıktan ithal bir evrim karşıtlığı. Bu Batı'nın kötü, Doğu'nun daha kötü özelliklerini alan zihniyetten başka ne beklenir ki?

Dinler arası diyalog kapsamında kinler arası diyaloğun bir örneğidir evrim karşıtlığı. Bilime ve akla karşı kinlenme. Çünkü biliyorlar ki bilimin ve aklın olduğu yerde hurafe laneti yayılamaz, bu lanet yayılmazsa insanlar nasıl sömürülsün? İlim Çin'de bile olsa bulunuz diye buyuran bir İslam dininin geldiği hal, aklı başında her mümini üzüyor, derinden yaralıyor olsa gerek.

Evrim dendiği anda maymundan mı geldik diyen zihniyet daha önce hiç İbni Miskeveyh'i duydu mu, ya El Cahiz'i, peki ya İbn Haldun'u? Bu zihniyetin bu kişileri ve evrim hakkında düşüncelerini bilenleri ise asla dile getirmeyeceklerdir.

Müfredattan modern bilimin en büyük dayanak noktalarından olan evrimi kaldırdılar, artık istekleri neyse yerli ve milli eğitimi getirecekler, ezanın sesini rahatsız edici boyutlara getirdiler, diyanetin bütçesini herhangi bir devletinkine denk hale getirdiler, içkinin fiyatını enflasyonun da ötesinde şişirdiler. Bu iki aşamalı bir projedir bugünü ve yarını vardır. Bugün buna ses edenleri dinsizlik suçlamasıyla bastırmaya ve hatta bastırıp aş koşturmaya yarıyor. Yarın ise bir şeyleri düzeltmeye, normal haline getirmeye çalışan hükümetlere karşı bir toplumsal direnç oluşturmanın yolunu yapıyorlar çünkü gitgide normaller anormal, anormaller ise normal oluyor.

Pazarda tek bir elma satıcısı varsa kendi istediğini yapar. Elmanın tabiatı, pazarcı için önemli değildir. Hormon yoluyla en büyütülmüş elmayı alır, dışını boyar ve bağıra bağıra satar. Eğer ki siz karşısına tezgah açıp doğal elmalarınızı satarsanız sizi bastırmaya çalışır, yaygara kopartır. Sizinkisi doğaldır, bundan asla bahsetmez, doğal olduğu için ufaktır, ufaklığını ağzından düşürmez. Sizinkisi doğal olduğu için kurtludur, kurtlu olduğunu ağzından düşürmez. Sizinkisi doğal olduğu için renksizdir, rengini ağzından eksik etmez. Çünkü halkı kurtsuza, boyalıya, büyütülmüşe alıştırmıştır. Doğal elmaların tercih edilmesi dileğiyle.


3 Şubat 2024 Cumartesi

3 Kutuplu Siyasete Doğru: Cumhurun Başkanı Artık Cumhurbaşkanı Oluyor

OĞLANLAR 'CAN VERİR' DAMADI YAŞATMAK İÇİN


16 Nisan 2017 referandumunun Recep Bey adına 2023 seçimlerinin anahtarı olup 2028 seçimlerinin kaybedilme sebebi olacağından daha önce bahsetmiştim. 

2 kutuplu siyasette bir tarafı seküler - ılımlı kesim oluştururken diğer tarafı muhafazakar - katı kesim oluşturuyordu ve bu kutuplar gereği HDP, CHP'nin oyun kurucu olduğu kutupta yer almak durumunda kaldı, tabiri caizse Recep Bey tarafından oraya yamandı. Daha önce de bahsettiğim gibi ekonomik krizin üzerinde fazla durulup mülteci meselesinin unutturulması ve ardından ekonomideki suni refah; HDP üzerinden yapılan milliyetçi siyaset gibi bilumum sebeplerle 2023 seçimlerini Recep Bey kazandı.

Durum gösteriyor ki ekonomik kriz daha da derinleşecek, alım gücü daha da düşecek, mülteci meselesi daha da kabaracak. Yaşlı seçmenler de bu süreçte vefat edecek ve 2028 seçimlerine bu ortamda gidilecek, dolayısıyla Recep Bey'in %50+1 sistemiyle işi bir hayli zor olacak.

Tabii Recep Bey bu seçime girecek mi yoksa damadını veyahut bir başkasını mı hazırlıyor bunu henüz bilemiyoruz. 

Birkaç ay önce, benim öncesinde bahsettiğim gibi, Recep bey referandum söylemlerinde bulunmuştu hemen ardından yanlış hatırlamıyorsam %50+1 sisteminin büyük partileri küçük partilerin 'kaprislerine' mahkum edip istikrar konusunda sorunlar yarattığını yine yeni yeniden muhalefet üzerinden örnekler vererek anlatmıştı. Galiba niyeti %40+1 sistemini getirmek olacaktır, bunu da referandum maddesi olarak önümüze sunmasını bekliyorum.

Zaten Millet İttifakı dağıldı gitti, Recep Bey'in de MHP ile olan birlikteliğinden rahatsız olduğu iddiaları yıllardır söylenmekte. Bu 40+1 sistemi gelirse eğer AKP - MHP birlikteliğinin sonuna geleceğimizi düşünüyorum. Nasıl olur demeyin, Bahçeli ve Erdoğan bu kadar farklı siyasi tavırlarına, birbirlerine ettiği bunca hakarete rağmen nasıl bir araya geldilerse bu birliktelik de aynı şekilde son bulabilir. Kim bilir bunun sonunu bu iki yaşlı ve kurt siyasetçi bile getirmeyebilir. 

Hayatım boyunca ne Milliyetçi partilerle ne de Ülkücülükle işim olmuştur. Bu yüzden MHP'nin tavrıymış, duruşuymuş beni ilgilendirmez. Zamanında Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş milliyetçi duruşu 'sattığı' gerekçesiyle eleştirilerden nasibini almıştı.

Bir Anadolulu olarak Anadolu ağzını iyi bilirim. Bir adamın kızının kocasından bahsederken 'sizin damat', bir adamın oğlundan bahsederken de 'sizin oğlan' diye bahsedilir. Bahçeli'nin çocuğu yok zamanında Recep Bey de kendisine zürriyetsiz diyerek bu durumu dile getirmiş ve tartışmalara yol açmıştı. Fakat Akşener nasıl zamanında İmamoğlu için oğlum dediyse Sinan Oğan için de 'Bahçeli'nin Oğlan' diye bahsedilebilir. Bu siyaseten bir yakıştırmadır. Sinan Oğan bu oğlan söylemine karşı abartılı tepkiler verse de bu siyasi yakıştırmaların sebepleri vardır. Bahçeli, ben Recep Bey kadar olamayacağım, en nihayetinde bir baba değildir fakat ülkücülerin manevi babasıdır. Bunun üzerine bir de Özdağ Millet İttifakı'nın, son zebani bükücü Oğan ise cehennem kapılarını kapatmak adına Cumhur İttifakı'nın yanında yer almıştır.

E zamanında Soylu'dan ve olası bir SETÖ operasyonundan da bahsettik. Soylu, AKP - MHP koalisyonunun ete kemiğe bürünmüş haliydi, bugün geldiği durum ortada. Bahçeli'yi AKP ile birleştiren niyet pek tabii ayırabilir de. Bunun yolu da galiba Reis'in siyasi kariyerini son bir referandum galibiyetiyle noktalamasının ardından Recep Bey'in damadın AKP'nin başına, Bahçeli'nin oğlanın MHP'nin başına geçmesinden geçiyor.

Plana sadık kal söylemini motto haline getiren Sinan Oğan neyi kastediyor? Acaba Recep Bey veya Bahçeli veya her ikisi birden Bahçeli sonrasındaki dönem için genel başkanlık koltuğunu mu vaat etttiler? Galiba MHP yine Fatiha'yı bile bilmediği iddia edilen dönemlerine dönüyor, içinde Zafer Partisi, İyi Parti ve belki Memleket Partisinin bulunduğu bir ittifak kurulacak ve bu sefer Bahçelinin oğlan sıfatıyla değil Genel başkan Oğan sıfatıyla bu milliyetçiye cepheye oyun kuruculuk yapacak gibi duruyor.

CHP ile Dem Parti bir cephe, İyi Parti, Zafer Partisi ve MHP bir cephe, Damat önderliğinde AKP ise galiba tek başına son cephe olacak gibi duruyor.

E aksiyon da Recep Bey'den çıkarsa eğer, ki söylemler onu gösteriyor, bu milliyetçi cephe bir 20 yıl da damadı götürür gibi duruyor.

SAHİPLİK SÖZLEŞMESİ: Kadın Erkek ilişkilerinin Toplum Düzeni İnşası

      Açıkçası bu yazıyı yazarken gerek sosyolojiyi gerek kültürel antropolojiyi gerekse de diğer önemli disiplinleri yeteri kadar bilmediği...