7 Mayıs 2025 Çarşamba

YALAN: Kurgulanan Gerçeklik

 Yalanın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir, pek çok şey gibi bir gerçekliği kurgulamayı da insanlar icat etmiştir.

Yalan her ne kadar insanlarca lanetlense de iyi bir yalanı herkes sever. Bir yalanı istenen mahiyete getiren etkisi ise hangi konuya kanmak istediğimizden geçmektedir. Mevzubahis isteklerimiz en ilkel dürtülerimizden de kaynaklanabilir, en karmaşık ve anlayamadığımız özelliklerimizden de kaynaklanabilir. Yalanlar; itiraf edilemeyen, yüzleşilemeyen, kaçınılan, görmezden gelinen gerçeklerin alternatif kurgularından başka bir şey değildir. Bir insan en çok hangi konuda yalan söylüyorsa hayatını çekilmez kılan konu da odur.

Sosyal yaşamda yalanlar kaçınılmazdır. Aksi takdirde, yani yalanın olmadığı bir dünyada, sosyal yaşam diye bir olgu olmadığı gibi bunun sonucu olarak medeniyetten de bahsedemezdik. Medeniyet, yalanların ideal ve hassas zeminine basarak ancak ayakta durabilir. İşte tam da bu sebeple insanlara bahşedilmiş görünmez bir yalan kotası vardır. Bu yalanların görünmez kotası hem yalanların sayısıyla hem de yalanların büyüklüğüyle ilgilidir. Tıpkı kan değerleri gibi ideal bir skala vardır. Bu skalanın altında olmak da üstünde olmak da hoş görülmez. Modern dünya, insanların yalanlarıyla ve tavizleriyle oynadığı bir tür dansa benzeyip dengeleri muhafaza etme sahası olmaktan başka bir şey değildir. Dengeyi muhafaza edemeyenler oyun dışı kalır eğer çok güçlülerse yepyeni bir denge kurulur ki bunun adı devrimdir. Devrimi yapan gruplar yepyeni bir gerçeklik kurgulayabilmek adına yalanlar üretirler. Bu yalanlar ne kadar kapsayıcı ve gurur okşayıcıysa o kadar kabul görür ve vaat ettiklerini de gerçekleştirebilirlerse uzun soluklu bir dans başlar.

Yalanın birçok türü veya söylenme gerekçesi vardır. Bir insan; kendini kurtarmak için, başkasını kurtarmak için, başkasını yakmak zor duruma düşürmek için, mevcut durumu korumak için ve bir gerçeklik kurgulayabilmek için yalan söyleyebilir. Burada üzerine eğileceğim iki husustan biri mevcut durumu korumak iken diğeri gerçekliği kurgulayabilmek olacaktır.

İnsanların çoğu mevcut dengenin korunması taraftarıdır. Bu mevcut denge kendilerine yaramıyorsa dahi yaradığına veya bir gün yarayacağına inanırlar. Yani mevcut dengenin korunması adına söylenen yalan silsilesi ilk olarak kişinin kendine yalan söylemesiyle başlar. Çünkü insanoğlu belirsizliğe dayanamaz, belirsizlik karşısında dehşete düşer. Bu statik dengede ben de bir denge tutturmuşum devam edivereyim düşüncesi egemendir. Mevzubahis denge veya statüko; başta modern dünya sistematiğini kastetse de, kapitalizm, sınıf düzeni, işçi patron ilişkisi, öğretmen öğrenci ilişkisi, akrabalık ilişkileri, aile ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri, kültür vb. birçok husus için geçerlidir. Daha önce bir yazımda da bahsettiğim üzere insan ilişkilerinde bir baskın bir de sinik taraf vardır. Bu yüzde elli bire kırk dokuz da olabilir yüzde doksan dokuza yüzde bir de olabilir. Fakat illaki öne çıkan taraf veya taraflar vardır. İnsanoğlu nasıl sonsuzluğu tahayyül edemiyorsa eşitliği de tahayyül edemez ki her şeyi birbirleriyle kıyaslama eğilimiz de bu yüzdendir. Eşitlik olmazsa dengesizlik olmaz mı bu takdirde denge nasıl yaratılabilir sorusu akıllara gelebilir. Dengeyi oluşturan zaten dengesizliktir zaten. Yani bu dengeler kapsamında düşünürsek söylenen birçok yalan bu dengeleri korumak adınadır. Bazen bir insan bildiği bir gerçeği sırf dengeler bozulmasın diye söylemez bazen de birinin yapması gereken bir şeyi yapmadığı halde o kişinin o eylemi yaptığı yönünde bir yalan söyler, bu konuda örnekler uzar gider. Bazen de sloganik söylemlerle kitlesel yalanlar söylenebilir, devletin bekası için söylemi gibi. İnsanlar dengelerin değiştiği fark ettiği vakit daha önce söylemediği gerçekleri söylemeye başlar. Bazen de yalanar söylemeye başlar. Dengelerin değişmek üzere olduğunu en çok da statükodaki, bir yer edinmek isteyip de umduğunu bulamamış şakşakçılardan anlayabiliriz.


    Nostalji birçok insanın takıntılı olduğu bir alandır. Geçmiş güzeldir çünkü bellidir, geçmiş güzeldir çünkü geçmiştir. Geçmiş genellikle daha iyi şeylerle hatırlanma eğilimindedir. Ayrıca insanlar geçmiş ve gelecek hakkında bir anlatı yapacaksa geçmiş hakkında olanları başkalarına söylerken gelecek hakkında olanları kendilerine söylerler. Çünkü insan geçmiş konusunda kendini kandıramazken gelecek konusunda kendini kandırabilir ki buna da hayal denir ve gayet etkili bir savunma mekanizmasıdır. Peki anılar neden anlatılır, neden abartılır? Anıları anlatmanın başlıca sebebi anlatan kişiyi büsbütün geçmişe götürüp bugününden ve geleceğinden sıyırmasıdır. Diğer bir sebebi ise anlatmaya ve dinlenmeye değer bir yaşam öyküsünün olduğunu ispatlayarak karşı tarafın saygısını kazanıp da öz saygıyı beslemektir. Anıların daha da dinlenmeye değer olması için, diğer insanların ilgisini çekmek için ve anı anlatmanızın beklenmesi için anlattığınız anıların vurucu olması gereklidir. Bu vuruculuk ise yalanlarla olmasa bile abartılılarla mümkün olacaktır. Tabanı gerçekliğe basması kaydıyla sağdan soldan duyulan şeyleri apararak ve belki birkaç olayı tek bir anıda birleştirerek mümkün olabilir. Bu tarz şişirilmiş anılara sık sık başvurulursa elbette ki karşı taraf yalan söylendiğini, veya abartıldığını anlar. Fakat bunların zararsız yalanlar olmasından kaynaklanıyor olsa gerek ki insanlar bu duruma çok da tepki göstermez. Hatta yalancılıkla itham etmek yerine amiyane tabirle kolpacılık veya palavracılıkla itham edip bu durumu sempatik bir çizgiye taşırlar. İnsan bir ihtiyaçlar bütünü olduğu gibi her hareketi bir ihtiyaç ve ihtiyacın karşılanması amacıyladır. Yalanlar da bu ihtiyaçların tezahürüdür. Abartılı anılar anlatanlar üstte yazdığım ihtiyaçlarını karşılarken dinleyenler ise hoş vakit geçirme ihtiyaçlarını karşıladığı gibi yalan kotasını doldurmayan dostlarıyla aralarındaki dengeyi gözetmek adına da sessiz kalmayı seçerler. Yani insanlar yalnızken kendilerine söyleyemedikleri yalanları başkalarına söyleyip anılarda köklenmiş alternatif bir gerçeklik kurgusu inşa ederek hem bu gerçekliği suni bir yolla yaşamanın ferahlığını hem de dinlenmeye değer bir yaşam öyküsüne sahip olmanın gururunu yaşarlar. 


    Kısaca hoyrat ve katı bir gerçekçilikten ziyade samimi, düşünceli ve esneyebilen bir dürüstlük evladır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAHİPLİK SÖZLEŞMESİ: Kadın Erkek ilişkilerinin Toplum Düzeni İnşası

      Açıkçası bu yazıyı yazarken gerek sosyolojiyi gerek kültürel antropolojiyi gerekse de diğer önemli disiplinleri yeteri kadar bilmediği...