16 Eylül 2023 Cumartesi

Pandemiye Hazır Olun

Geçenlerde sağlık bakanı Fahrettin Koca, Covid-19'un Eris varyantının Türkiye'de şimdilik 9 kişide görüldüğünü açıkladı. Dünyada Ağustos ayında görülen ve önlemleri alınan bu varyantın tam da turizm sezonunun sonunda Türkiye'de görülmesi manidar.

İnsanların önemli bir kısmı artık koronanın kalmadığını, artık kimsenin takmayacağını, gerekse dahi ekonomik sebeplerle ülke çapında bir kapanmanın olamayacağını söylüyor.

Ben, tam da bu sebeplerle kapanmanın gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum, dünyada sadece iki ülke pandemi ilan etse eminim ki biri Türkiye olur.

Eğer virüs yayılırsa bir kapanma bekliyorum, bu ekonomik durumda mı diye soracak olursanız, evet tam da bu sebeple. Ekonomistlerin bazıları Türkiye'de yüksek enflasyonun, yüksek işsizliğin ve durgunluğun beraber yaşandığı durum olan stagflasyonu bekliyorlar. Ben de bir stagflasyonun yaşanacağını düşünenlerdenim. Bugüne kadarki yüksek enflasyona karşı nispeten maaşları yükselen halk, bir de kemer sıkarak enflasyon karşısında hayatta kalmayı başardı. Fakat yüksek işsizlik rakamları ne halkı ne de hükümeti 'yaşatabilir'. Ekonomistlerin bu beklentisi, son zamanlarda halka arz olan firmalar ve Mehmet Şimşek'in enflasyon beklentisi adım adım batmaya doğru gittiğimizi gösteriyor. Tabii ki ülkelerin batmalarıyla şirketlerin batmaları asla bir değil. Bu batmaya doğru giderken işçi çıkarmalar artacaktır.

İşinden olan halk hükümete tepkili olacak ve belki de erken seçim kaçınılmaz olacaktır. Tüm bunları üst üste koyup düşündüğümde topu taca atmalarının en mantıklı yolunun pandemi olduğu sonucuna vardım. Tüm Türkiye'nin kapanmasıyla işten çıkarmalar kaçınılmaz olacağı gibi bu işten çıkarmaların ekonomik ve yapısal sebeplerden kaynaklanmadığı, elde olmayan sebeplerle virüs yüzünden olduğu düşüncesi oluşacaktır. Devlet şirketlerin işçi çıkarmalarını engelleyemez fakat pandemi sonucu işinden çıkarılmış insanlara yüksek işsizlik maaşları bağlayıp gelecek sene turizm sezonuna kadar evlerinde tutabilir. Akaryakıt, teknoloji, alkol, sigara vb bilumum sektöre gelen devasa zamlar ve vergilerin 8'den 10'a; 18'den 20'ye çıkarılmasıyla hükümetin elinde iyi bir para birikti. Bunları vatandaşa işsizlik maaşı olarak verebilir.

Ekonomik sebeplerle kapanmanın bir felaket doğuracağını ve yerel seçimlerini kaybetmekten korkup seçim yüzünden bu politikayı uygulamayacaklarını savunanlara şunu hatırlatmak istiyorum. Kılıçdaroğlu yüzünden CHP'liler tepkili, azımsanmayacak bir kısmı sandığa gitmeyecek veya başka bir parti lehine oy kullanacaklar. İyi Parti ise 81 ilde 81 aday politikasını belirledi. Tüm bu sebeplerle AKP'nin işi bundan birkaç sene evvelden 14 Mayıs'a kadar olan dönemde neredeyse hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar kolay.

11 Eylül 2023 Pazartesi

İnsanın Doğası Ne İyi Ne De Kötüdür, Sadece Bencildir

Daha önce bir yazımda bahsettiğim üzere insanların hazlarını beslemek için yaşadığını düşünüyorum. Bu başlıkta mevzubahis yazıya çok atıf yapacağım için linkini buraya bırakıyorum. https://alpirin.blogspot.com/2023/09/i-zafiyet-teorisi-insan-ne-icin-yasar.html

İnsanın özünde iyi ya da kötü olduğu konusu binlerce yıldır tartışılan ve de binlerce yıl daha tartışılacak önemli bir konudur. 

İnsanlara ve çevreye zarar vermek kötülüktür. Otokontrolünü sağlayamayan, etiği ve ahlakı umursamayan, empati yapmayan, hazza ulaşmak için her yolu mübah sayan, benim yaptığım haz tablosunun zaaflarına düşen insanlara haklı olarak kötü diyoruz. Eğer ki pişmanlık duyulmuyorsa tüm bunları yapanlar çevreye ve diğerlerine kötülük yaparken kendi hazlarına hizmet ettiği için kendilerine iyilik yapmış oluyorlar.

İnsanlara ve çevreye fayda sağlamak iyiliktir. Otokontrolünü sağlayan, etiği ve ahlakı umursayan, empati yapan, bir anlık hazlara ulaşmak için her yolu mübah saymayan, benim yaptığım haz tablosunun zaaflarına düşmeyen insanlara haklı olarak iyi diyoruz. Peki bu insanlar gerçekten başkaları için mi yoksa kendileri için mi iyi olmayı seçiyor?

Haz kavramı daha çok anlık ve hedonist zevklerle bilinse de ben uzun sürece yayılan tatmin hislerini, manevi yönleri ve iyilik ile açıklanan her türlü kavramı da haz kategorisinde değerlendiriyorum. Haz tablosunda manevi yönü kuvvetli olanlar, insanları incitecek hazların zaaflarına düşmeyi çoğunlukla reddederler. Çünkü anlık hazlarla belki tatmin olacak olsalar bile manevi hazlarının ve huzurlarının zedeleneceğinden dolayı genel bir tatminsizlik içerisinde boğulacaklarını bilirler. Zafiyete varan hazların esiri olmamalarının sebebi manevi hazlarından feragat edememeleri yüzündendir.

İnsanların görünürde kendilerine hiçbir fayda getirmeyecek olan iyiliklerinde bile menfaat vardır. Mesela deprem için bağış yapmak, isimsiz bir hayırsever olarak öğrencilere burs vermek, kimsenin olmadığı bir yerde hayvanları beslemek...

Bunların ne gibi bir menfaati olabilir? 

Bu iyilikleri yapanlar sadece kendi manevi hazlarına hizmet ediyorlar. Bu iyilikleri yapıyorlar çünkü gece yastığa başını koyduklarında huzurlu uyuyorlar, kendilerinin ne kadar iyi bir insan olduğunu düşünüp kendileriyle gurur duyuyorlar, kendi vicdanlarına bir sadaka verip vicdan azabı yükümlülüklerinden kurtuluyorlar.

Sözün özü kötülük kadar iyilik de hazlarımıza hizmet eder. Kötülük kadar iyilik de bencilce yapılır. İyiliğin hiçbir zaman motivasyonu başkaları olmamıştır, sadece bireyin kendisi için bir tatmin olmuştur.

Kötüler anlık zevklerine ve zaaflarına hizmet ettiği için bencildir, iyiler ise iyilik yapmış olmanın tatmini için iyidir, bu yüzden bencildir. Dünyada hiçbir şey kesinlikle ama kesinlikle başları için yapılmaz, yapılamaz. Bu insanın doğasına aykırıdır, her bir eylemimizin altında gizli veya açık olarak çok derin bir bencillik yatar.

Bu yazıdan etiğin ve ahlakın eleştirisi, iyiliğin kötülük ile aynı şey olduğu çıkarılabilir fakat bunu asla istemem. Eğer ki kendi hazlarımıza hizmet edeceksek en azından başkalarının da çıkarlarını ve haklarını gözeterek bunu yapalım. Anlık zaaflarımıza değil bir ömür boyu süren manevi hazlarımıza hizmet edelim. Sadece kendi çıkarlarımız için değil, toplumun çıkarları için bencil olalım.

8 Eylül 2023 Cuma

Ahlak Neden Var

Bugün insan dediğimiz tür bundan milyonlarca sene evvel çevresel sebeplerle sık ormanların bol ağaçlarından engin savanların yüksek otları arasında kaldığı için tehlikelere karşı eskisi gibi ağaçlara çıkamıyor, vahşi hayvanlar için açık bir hedef oluyordu.

Bu tehlikelere karşı iki ayak üzerine kalkan atalarımız bu sayede hem yüksek otların boyunu aşarak görüş açısını genişletiyor hem de elleri serbest kaldığı için alet kullanabilme yolunda önemli adımlar atıyordu. Ateşin bulunmasıyla gün boyu yemek yemekle uğraşmak yerine pişmiş besinlerle kalori ihtiyacı çok kısa bir sürede karşılanırken besinler pişme işlemiyle yumuşadığı için çene kasları önemini yitiriyordu. Çene kaslarının öneminin yitirmesiyle çok yer kaplayan bu kaslardan doğan boşlukla beyin, hacimsel bir büyüme gösteriyor, bu hacimsel büyüme gerek sosyal ilişkilerin kompleksleşmesi gerek de alet kullanma becerisinin artmasıyla niteliksel bir gelişmeye de sebep oluyordu.

Ayağa kalkınca kalça kemiği daralan bu sayede doğum yapması zorlaşan insan türünün bebekleri diğer türlerin yavruları gibi doğar doğmaz yaşamaya ve mücadeleye hazır olmuyor, bakıma muhtaç oluyordu. Bunun sebebi bebeklerin gelişimini tamamlayamadan dünyaya gelmeseydi, eğer gelişimlerini tamamlayarak dünyaya gelselerdi daralan kalça kemiği neticesinde ana rahminden çıkamayacaklardı.

Bebeklerin bakıma muhtaç olması, insan türünün engin savanlarda tek başınayken tehlikeye düşmesi gibi konular iş birliğini, iş birliği klanları, klanlar sosyal düzeni, sosyal düzenler de belli norm ve ahlaki kuralları mecbur kıldı.

Bir klanla beraber yaşamak için doğanın anarşizminden insanın bencil kurallarına geçiş yapmak gerekiyordu.

Kurallar bencilceydi çünkü doğanın tehlikelerinden korunmak için girilen bu klanda bireyin başına gelmesini istemediği şeyleri başkasına da yapmaması isteniyordu. Kurallara uyma motivasyonu diğerlerini önemsemek değil, kendini önemsemekti. Eğer herkes kurallara uyarsa bireyin kendi başına kötü bir şey gelmeyecekti. Klanın devamlılığı, bireyin hayatta kalması demekti. Kurallara uymayanlar klandan atılıyor ve başka bir klan bulamadıkça tehlikelere karşı yapayalnız ve savunmasız kalıyordu. Muhtemelen atılan kişi başka bir klan da bulamıyordu, klansız kalanın kurallara uymadığı için bu hale düştüğü biliniyor, başka klanlar da onu kabul etmiyordu. Muhtemelen bugün hala süregelen ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme ve ötekine olan tahammülsüzlüğün sebebi bundan kaynaklanıyor.

Kurallı bir hayat yaşayan klanların, tek tek yaşayan insanlara göre hayatta kalma olasılığının daha yüksek olup nesillerini devam ettirebilmeleri bir doğal seçilimdi. Klan içindeki kurallara uymayanların klandan atılması ise bir yapay seçilimdi.

Tüm bu sebeplerle ahlak konusunda hassasiyeti olanların nesillerini devam ettirebilmeleri doğal ve yapay seçilimden ibaret. Belki de bizim türümüz bu sayede veya bu sebepten dolayı ayna nöronlarına sahip olup empati yeteneğini, dolayısıyla ahlaki kuralları kazandı.

İnançlı, sorgulayan ve seküler bir Müslüman olarak ahlakı tanrıya değil, ortak yaşamın getirdiği seçilim, empati ve ayna nöronlarının önemine dayandırıyorum. Bu konulara her zaman materyalist yaklaşırım.

Ahlak zaten hayatta kalma korkusu yüzünden ortaya çıkan bir kavram olduğu için tanrı korkusundan dolayı tanrıya dayandırmak ve tek temellendirmesini buraya bağlamak yanlıştır. İnsan en çok da kendisi için ahlaklıdır. Gece başını yastığa koyarken vicdanı rahat olsun diye iyilik yapar, kendisine uzaktan yakından fayda getirmeyen iyiliklerde bile bu böyledir.

Korkudan doğan çaresizliğin birlik olmaya, birlik olmanın toplumsal düzen ve ahlaki kurallara, korkulan ögelerin tanrısallaştırıldığına, doğal afetlerin tanrının cezalandırması olarak algılandığına, bu cezalandırmaktan kurtulmanın ibadetlere ve ahlaka sıkı sıkıya bağlanmaya, ahlaka sıkı sıkıya bağlanmanın kutsallar ve tabular yarattığına, tabuların çarpık düzenler yarattığına, çarpık düzenlerin daha da çarpıtılıp korku imparatorluğu vasıtasıyla birtakım çıkar gruplarının tüm bu insanları yönettiğine inanırım.

6 Eylül 2023 Çarşamba

İ-Zafiyet Teorisi: İnsan Ne için Yaşar, Hazlar ve Zaaflar


İnsanlar bilinçli varlıklar oldukları için tekdüze hayatlarını yaşanabilir kılmak maksadıyla kendilerine amaçlar belirleyip hayatlarını daha zevkli ve anlamlı kılar. Aslında birçok insan hayatının amacını veyahut anlamını kendisi belirlemeye cesaret edemez, aklından bile geçirmez. Halihazırda insanların belirlediği din, ideoloji, refah gibi anlmları hiç tereddütsüz kabul eder ve hayatının merkezine yerleştirir.
İnsanların hayatlarına renk katıp haz duymalarını sağlamaları için üç temel alan vardır. Hedonist hazlar, üstünlük hazları ve manevi hazlar.
İdeal bir insanda bu hazların dağılımı üçte birlik eşit paylara bölünürdü fakat dünya üzerinde yaşamış hiç kimsenin bu idealliğe erişebildiğini düşünmüyorum. Doğuştan gelen mizaç ve yaşantılarla oluşan karakterin birleşimiyle meydana gelen kişiliklerimiz birbirinden farklıdır, bu da bizleri özel ve eşsiz kılar. Biz ne kadar 'normal' olmaya çalışsak da.
Bu üç temel haz kaynağı her insanda bulunur. Kişiliklerimiz bizim doğal dengemizi oluşturur. Doğal dengelerimiz de kişiliklerimiz gibi benzersizdir dolayısıyla haz dengesi ise göreceli, yani izafidir. Önemli olan bu üç hazza eşit değer vermek yerine kendimizi keşfedip ideal dengemizi bulmak ve ona göre yaşamaktır.
Kendi dengemizden ne kadar koparsak özümüze o kadar yabancılaşmanın yanı sıra hayattan aldığımız hazda da ciddi bir düşüş yaşarız. Dini, ahlaki, idealizm hedefleri vb. durumlarla baskıladığımız ve kabul etmek istemediğimiz hazlarımızı ne kadar bastırırsak bunun verdiği huzursuzluk ve hazsal açlıkla önünde sonunda hazlarımıza mağlup oluruz. Bu mağlubiyet aynı zamanda insanlığımızı, itibarımızı ve huzurumuzu elimizden alır. 
Hazlarımızın esiri olursak da bu hazlarımız zafiyete, yaşamamızın temel sebebine dönüşür. Bu da bir içsel dengesizlik yaratır. Biz hazlarımıza değil, hazlarımız bize hizmet etmelidir.
Tüm bu sebeplerden ötürü insanın en önemli erdemlerinden birinin ölçülülük olduğunu düşünürüm. Ölçülü olan insan hem kendisine en uygun şekilde hayattan hazzını alırken hem de dış dünya ile olan iletişimini ve itibarını korur. 
İnsan, zafiyete düşmeyip sadece anlık hazlarla yaşamamış olacak şekilde hedonist; kibre ve kıyaslama çılgınlığına kapılmayacak kadar üstünlükçü; dünyevi zevklere sırtını dönmeyecek ve kaygılar içinde boğulmayacak kadar maneviyatçı olmalı.
Dengeyi de öyle bir ayarlamalı ki kendisini ne çok sıkıp her şeyden alıkoymalı ne de büsbütün hazlarına hizmet etmeli.
Hazların kontrolden çıkması zaaflara dönüşür, hazların kölesi olmak gibi hazlardan uzak yaşamak da zaaflara dönüşebilir. 
Sadece tek alandaki hazların zaaflarına düşülmez, başka alanların aşırıya kaçanları da başka alanlarda zaafa düşebilir.
Fazla hazcılık manevi kaygı ve itibar kıskançlığına; fazla kıyaslamacılık alkolizme ve altuizme; Fazla maneviyat ise sapkınlığa ve acımasızlığa götürebilir.
Önemli olan yukarıdaki tabloya göre dengemizi bulmamız ve ölçüyle yaşamamızdır. Ölçüsüzlük ise yukarıdaki tabloda okların gösterdiği zaaflara dönüşür. Zaaflar anlamsızlık hissine dönüşür. Hem fiziksel sağlığımıza hem de akıl sağlığımıza zarar vereceği gibi itibarımıza ve özsaygımıza da zarar verir.
Bazı insanlar ise zaaflarıyla ve bunda bir beis görmeyerek belki kendilerine bile itiraf etmeyip normalleştirerek yaşar ki en kötüsü de budur.
 



 

SAHİPLİK SÖZLEŞMESİ: Kadın Erkek ilişkilerinin Toplum Düzeni İnşası

      Açıkçası bu yazıyı yazarken gerek sosyolojiyi gerek kültürel antropolojiyi gerekse de diğer önemli disiplinleri yeteri kadar bilmediği...