29 Ağustos 2023 Salı

Yobazlığa Karşı Aydınlanma Çiğ Bir Vesayetle Değil Kuran ile Olur

Yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu iddia edilen Türkiye'de dini yorumlama ve yaşayış biçimi mezheplere göre, bölgelere göre, cemaatlere göre ve en nihayetinde bireylere göre değişiyor. Yobazlık genelde dini konulara dayanan bir durum olsa da dine çok uzak kesimlerin de kendi fikirlerinin dayatmacılığını ve yobazlığını yapabildiklerine sıklıkla maruz kalıyoruz.

Bu ülkenin milletinin artık mayasına işlemiş olan İslam dininin; belli ritüellere hapsedilip ona göre yorumlanması hem dine uzak grupların ve bu grupları güdenlerin hem de dindar grupların ve onları güdenlerin işine geliyor.

İslam'ın; ritüellere hapsedilmiş, hurafelerle kuşatılmış, yasakçı, ayrıştırıcı, mensuplarına dini boyutta mensup olmayanlarına hayati konuda tehlike saçan bu yorumu üzerinden birçok şirk ehli sözüm ona hocalar dünya malını, itibarı, siyasal gücü ve dolayısıyla rantı bir karadelik gibi çekiyorlar. Seküler cephenin sözüm ona aydınlarından önde gelenler ise dini, dinci rant gruplarının yaşadığı gibi gösterip milyonları din düşmanlığına doğru iterken Atatürkçülük, solculuk gibi kavramlar üzerine yaslanarak hem mala ve mülke hem de siyasal güce ulaşıyorlar.

Dolayısıyla İslam'ın, amiyane tabirle adam gibi yaşanmaması bu iki karşıt grubun da işine gelirken olan yine Türk milletine oluyor. Toplum içinde iki tarafın da bağnazlığı artıyor ve bu iki grup birbirinden daha da çok uzaklaşıyor.

Oysaki İslam'ın temel ibadeti namaz değil okumak, özellikle de Kur'an okumaktır. Allah'a en çok şükrettiğimiz konu olan yaşamak ise bir ödülden çok bir ibadete daha yakındır. İbadet; birçoklarının yaptığı gibi günde 5 vakit yalapşap namaz kılıp Ramazan'da 30 gün aç kalınan gündüzlerin üstüne Halil İbrahim sofralarında tıkınmaktan çok daha geniş bir kavramdır. İbadet yaşamaktır, insana yaraşır insanlığa yaraşır bir şekilde yaşamaktır.

Mademki birtakım insanlara göre din hayattaki en mühim meseledir, soruyorum bu Ramazan programlarının rezilliği nedir?

Sakız orucu bozar mı, taharet orucu bozar mı, orucumu hanımımla açabilir miyim gibi mesnetsiz ve her sene belki yayındaki akışı bile değişmeyecek şekilde tekrarlanan bu izansız sorularla suya sabuna dokunmadan güya Ümmet-i Muhammed'i bilinçlendiren bu hocalar neden İslam'da kul hakkı yemenin, kamu malınıı talan etmenin vebali gibi konulara değinmez? İlk ezanı okuyanın Bilai-i Habeşi olduğunu herkes bilir fakat niye Emevi zulmüne direnmiş Ebu Zer kimseye anlatılmaz? İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin ibadete yönelik içtihatlerini herkes bilirken neden İmam-ı Azam'ın Abbasilere ve Emevilerle ettiği mücadele sonucu kalleşçe katledildiği anlatılmaz?

Değerler kutsala, kutsallar tabulara dönüşüyor veya dönüştürülüyor ve ortaya çarpıklıklarla donatılmış bir düzen çıkıyor. Bu düzenin başındakiler ise bunu sürdürüyorlar, sürdürüyorlar ki güçlerini muhafaza edebilsinler. Yaydıkları korku iklimi ile insanları hem bu dünya hem de öbür dünya için korkuturlarken kendilerine biat etmelerini sağlıyorlar. Bu düzene itiraz eden aklı hür vicdanı hür imanı gür olanlaraysa sapık, dinsiz gibi ithamlarda bulunup infial yaratarak o kişinin susmasına, sürülmesine ve hatta ölmesine neden oluyorlar. Bunu düzenlerinin devam etmesi için, başkaldıranlara ibret olması için yapıyorlar. Hatta bu toplumsal linci kendileri değil, kendilerine inanan mankurtlaşmış güruh yapıyor.

Din, yaşam tarzından namaza hapsediliyor; sünnet, ahlaktan giyim kuşama hapsediliyor; İlim, bilimden hurafeye hapsediliyor; Kur'an, anlayarak okumaktan telaffuz edilip sevap kazanılan bir araca ve ölülere okunan bir kitaba hapsediliyor.

Putperestler namaz benzeri ibadetler yapmaz mıydı, nerede sizin Allah'ın ve insanın rızasını kazanmaya yönelik yaşam tarzınız?

Cübbeyle sarık Ebu Cehil'in de giyimi değil miydi, nerede sizin Hz. Muhammed'i (s.a.v) ahlaken örnek alan sünnetiniz?

Hurafe tüm geri kalmış toplumların bakterisi değil miydi, nerede sizin ilime ve bilime olan İslami tavrınız?

Telaffuz etmek papağanların marifeti değil miydi, nerede sizin Kuran'a olan yönelmeniz, Kuran'ı gönderilme amacına uygun şekilde okuyup anlayarak hayatınızı şekillendirmeniz?


Kemalist kınına girmiş Kenanist kılıcın vesayetin sözde çağdaşlığı; bu ülkenin yüzde doksan dokuzunun Müslüman olmasını hiç umursamayarak adeta karşı tarafı kinlendirip bir araya getirerek yobazlığın uzunca bir süre hakim olmasını sağlamak maksadıyla yaptıkları din karşıtı tutum yüzünden bu ülke laikliği din düşmanlığı olarak algıladı. Birtakım gruplar içinde biriktirdiği kini şeyhlerine daha çok sarılarak diri tuttu, daha da radikalleşti.

Güzel vatanımın kurtuluşu ne içi boşaltılmış sığ bir sekülerlikte ne de hurafelerle donatılmış şirkperest hocaların dinciliğindedir.

Eğer ki Müslümanlar Kuran'ı anlayarak okuduğunda neye inandıklarını fark ederlerse karşıt gruplara çok daha saygılı ve haddini bilen bir tavır takınırlar. Müslüman olmayanlar ise Müslümanların inanç özgürlüğüne saygı duymak zorundadırlar ve zaten Müslümanların Kuran'a göre yaşamasıyla saygı duymak zorunda da hissedeceklerdir.

Oku diye başlayan Kuran'ın bugüne oldukça isabetli bir şekilde ışık tutan Maun suresi en çok üzerinde durulması gereken ayetlerdendir.

İfade özgürlüğünün geldiği; insanların görüş, inanç ve fikir farklılıklarına rağmen birbirlerine saygılı ve dostça yaşadığı bir Türkiye diliyorum.


28 Ağustos 2023 Pazartesi

Referandumun Ayak Sesleri

 31 Mart 2024 tarihli belediye seçimlerinden 7 Mayıs 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında koskoca dört sene var. Bu dört sene boyunca ekonominin daha da kötüye gideceği ve dolayısıyla homurdanmaların neticesinde erken seçimin gündeme gelmesi beklenen bir durum.

28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçiminin öncesi ve özellikle de sonrasındaki süreçte sosyal medyada konuşulan Onlyfans meselesi ve caniliğe varan suçların hortlatılmasıyla idam meselesi gündemde garip ve ısrarcı bir şekilde yer tutmaya başladı.

Onlyfans benim ahlaken onaylamadığım fakat kimsenin hayatına karışabilme haddini kendimde bulmadığım için ilgilendiğim ve üzerine konuştuğum bir konu olmadı. Onlyfans işine yabancı uyruklu sevgilisiyle beraber girişen süt müdür peynir midir mahlası nedir tam bilmediğim bir kız reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla Türk halkının bile bile sinir uçlarına basarak birtakım faaliyetlere girişti. Yaptıkları açıklamalarda ise; bu bizim işimiz, profesyoneliz, üvey annemin de içinde olduğu üçlü seks yaptık dediler.Sadece soruyorum,  bu ne idüğü belirsizler vasıtasıyla bilinçli olarak Türk halkının damarına mı basılmaya çalışılıyor? 

Havuz medyasına kıyasla  bağımsız olan sosyal medya ortamları, troller vasıtasıyla içi boşaltılmaya ve havuzlaştırılmaya çalışılıyordu. Bağımsız ve korkusuz haberciliği, çok istedikleri sosyal medya yasasını çıkararak bitirmeninin zemini mi hazırlanıyor?

Veya Fatih Erbakan'ın ısrarla arkasında durduğu zina yasasının mı zemini hazırlanıyor?

Bu Onlyfansçı güruhu iktidarın piyasaya sürdüğü konusunda oldukça derin şüphelerim olmakla birlikte yukarıda saydığım senaryolardan hangisinin yapılmak istendiğine tam olarak emin olamıyorum.

Belediye seçimlerinden sonra daha da kötüleşen ekonominin gidişatının da malum olduğu zaman toplumun birçok grubu tarafından erken seçim talebi olacak ve enç ok bu meselenin üzerinde durulacaktır.

Bir taşla kuş sürüsünü vurmayı çok seven Recep Bey ise bu durum karşısında AKP döneminin üçüncü referandum çağrısını yapmak isteyecektir, yapacak mıdır emin değilim.

Bu referandumla seçim psikolojisine giren Türk milleti seçim olduğu için siyaseten tatmin olup erken seçim çağrısını bırakacaktır. Ayrıca referandumla da çok kritik kararlar paketi olacağı için AKP daha da otoriterleşip diğer seçimde işini kolaylaştırmaya çalışacaktır.

Muhtemelen referandumda birçok madde olacak fakat en çok Türk milletinin üzerinde konsensüs sağlamış olduğu, bu milletin kültürüne hitap eden madde konuşulur kılınacaktır.

İçinde türlü türlü kararların olduğu bir referandum paketi olabilir. Tecavüz, canice hislerle adam öldürme gibi suçlara idam; zinanın suç sayılması; trol ve ahlaksızların toplum yapısını bozması ve dezenfrormasyon yaptıkları sebebiyle internet düzenlemesi gibi konuların biri seçilip bilinçli olarak öne sürülerek en çok konuşulan ve neredeyse sadece o maddenin referandumunun yapıldığı bir algı operasyonla diğer AKP'ye yarayan, ifade özgürlüğünü elimizden alan maddelerin de geçmesi sağlanmak isteniyor gibi duruyor.

Onlyfansçıların sistematik olarak hortlayıp bu milletin sinir uçlarına basan hareketler yapmaları, Zinanın suç sayılmasını şart koşan Erbakan'ın Recep Bey'in cephesine geçmesi ise referandumun asıl meselesinin zina odaklı olacağı ihtimalini güçlendiriyor.

Eğer bu senaryolar olursa, Zina yasasıyla beraber sözün gelimi 9 madde daha olacaktır ve bu 10 maddelik referandum paketine muhalefet eden partiler ise zina öne sürülüp namussuzluk ile suçlanacaktır. Muhalefet için iki ucu boklu değnek olan bu durumda muhalefet etseler iffetsizlikle anılacaklar ve muhtemelen yasa geçecek; muhalefet etmeseler yasalar yine geçecek ve kontrollü muhalif olarak anılıp kendi seçmenlerini 2028 için küstürecekler.

Referandum tarihi ise 2025-26-27 yıllarından birisi olabilir.

NOT: İşbu yazı sadece siyasi analizler neticesinde geleceğe yönelik tahminler içerip hiçbir bilgiye dayanmamaktadır, kimseyi hedef almamaktadır.


26 Ağustos 2023 Cumartesi

Faizde Vitesin İkiye Atılması Yine Geri Vitese Mecbur Kıldı

Recep Bey faizin yükseltilmeyeceğinden bahsediyor, bunun sebebini Nass'lara bağlıyordu. Recep Bey'in bu tarihi konuşmasıyla lügatimize giren bu Nass kavramının anlamını vatandaşların çoğu bilmiyordu. En kısa anlatımla Allah'ın emirleri gibi bir anlama gelen Nass, Recep Bey'in devlet yönetimindeki dayandığı nokta da oluyordu.

Kendileri giderse Kudüs'ün, Mekke'nin düşeceğini iddia edip siyasi olarak darboğaza girdiği zamanların çoğunda İslami söylemlerde bulunan Recep Bey, yine faiz gibi çok önemli bir konuda Nass'tan hareketle faizlerin yükseltilmeyeceği iddiasında bulunuyordu. Hakikaten de uzun bir süre faizleri yükseltmedi.

Kerameti kendinden menkul Recep Bey'in; diğer meslektaşlarının, yani ekonomistlerin, kapasitelerinin alamadığı dahiyane ve piyasaları şok edici ekonomik politikalarının uygulandığı bu süreçte ne Kudüs ne de Mekke düştü. Bu süreçte Türk Lirası düştü, vatandaşın alım gücü düştü, maalesef ki ülke çaptan düştü.

Ve Recep Bey, en nihayetinde bu faiz politikasından döndü. Şimşek'in gelmesiyle ufak ufak arttırılan faizler geçen, bir anda beklenmedik bir şekilde fazla oranda arttırıldı. Recep Bey galiba gaz ile debriyajı karıştırdığı için yanlışlıkla gazı köklemiş olmalı, yoksa 21 senedir bu ülkeyi yöneten dünya lideri neden TL'nin bir anda ani düşüş yaşayıp ertesi gün hızlı yükselişiyle yaşanan dalgalanma sebebiyle kan emici multinin de multisi milyoner belki de milyarder fırsatçılara vurgun şansı versin; neden ihracatçıların kafasını allak bullak edip çoğunu zarara soksun; neden piyasaları şok ederek Türkiye'yi finansal bağlamda daha da güvenilmez göstersin. Yanlışlık olmuştur canım, 21 senedir başarıdan başarıya koşmasından olsa gerek arada unutsak da cumhurbaşkanımız da neticede bir insan. Beşer şaşar.

Peki Recep Bey neden faizi yükselttiniz Nass'tan mı döndünüz? Şimdi densizin biri çıkıp sizi dinden çıkan anlamına gelen mürtedlikle suçlasa haklı mı olacak? Bunu diyen kişi, imamın artık yellenme boyutunu çoktan geçtiğini düşünerek Sayın cumhurbaşkanımızın arada ağzından çıktığına şahit olduğumuz Allahsız, imansız, dinsiz gibi ifadelerden gücünü alıp misilleme yapıyorsa bile ben buna karşı çıkarım.  Kimse kimseye böylesine hedef gösterici bir 'suçlama yapmamalı' .  Hele ki bir cumhurbaşkanı böyle şeylerle asla karşılaşmamalı çünkü burası laik bir devlet. Şeyh Edebali ne demişti; 'İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.' . Nass'tan dönmenin mürtedlik, mürtedliğin hükmünün de ölüm olduğu şeriat yönetimlerine istinaden Recep Bey'e tavsiyemiz 'Laikliği yaşat ki sen yaşayasın.'

Nass'tan dönüldüyse Türk halkına da Felak ve Nas kaldı. Üç harflilere karşı okunan bu sureler inşallah başka bir üç harfli olan ZAM meselesinde de etkili olurlar. Yoksa Türk milleti kemer sıkmaktan korse takmaya geçiş yapacak.



24 Ağustos 2023 Perşembe

metamFETÖmin: Terörist olmayanlara Terörist Deyip Yıldırmak Terörizmdir

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve kendisi kadar kıymetli kurucu kadronun açtığı yolda kurulan, cumhuriyet kazanımlarının en büyük örneklerinden, Türklüğün ebediyete emin ve sağlam adımlarla olan yolculuğundaki en önemli değerimiz olan Türkçemizin koruyuluğunu ve gelişimini üstlenmiş TDK'ya göre terör; karşı tarafa korku salma, cana kıyma, malı yakıp yıkma, yıldırı, tedhiş olarak tanımlanıyor.

TDK'nın tanımı bize şunu anlatıyor ki Türkiye'de terörizm sadece FETÖ ve PKK gibi ortak bir şekilde lanetlediğimiz bu iki unsurla sınırlı bir mesele değildir. Masum vatandaşları yıldırmak maksadıyla bilinçli olarak korku salmak da bir terör faaliyetidir. 

Ağasından paşasına sade vatandaşından trol maşasına kadar her kim olursa olsun, karşıt siyasi fikirlere sahip insanlara hiçbir sebep olmaksızın 'FETÖcü' , 'PKKlı' , 'Terörist' gibi yakıştırmalar Y A P A M A Z.

Ekonomiden memnuniyetsizliğini, hak hukuk direnişini, iktidarın beğenmediği politikalarını dile getirenlere bu ve bunun gibi akıl almayacak iftiraların atılmasının en büyük sebebi; eleştirilen cenahın, muhtemelen eleştirilerin haklı olmasından korkması ve bu yükün altından kalkamayacaklarını düşünmeleridir. Rantlarını ve çıkarlarını kaybetmek istemeyenler ise bilinçli olarak bu terörist iftiralarını yayıyor, kirli siyasetin gitgide daha da derin fay hatları oluşturduğu toplumun bir kesimi de manipüle edilip bu lafları kullanıyor. 

Bu iftiralar en temelde iki amaca hizmet ediyor. İlk ayağı; iktidarın hangi sebepten olursa olsun eleştirilmesinin FETÖcülük, PKK destekçiliği, ve vatan hainliğiyle algılarda eş tutulmasını sağlayıp eleştiren kesimin en azından vatandaşlarca fişlenerek kötü ithamlarla karşı karşıya kalmasına sebep olup yıldırmaya ve susturmaya neden oluyor. 

İkinci ayağı ise; karşı tarafı neredeyse bütünüyle terörize göstererek zaten halihazırda seküler - muhafazakar şekilde dizayn edilmiş fay hattının daha da güçlenmesine sebep olup kendi seçmenlerini elde tutmalarına neden oluyor. Seçmeni elde tutma kaygısı normal bir kaygıyken bunun toplumsal fay hatları oluşturarak ve sokak röportajlarında da gördüğümüz üzere insanları neredeyse birbirlerini boğazlayacak duruma getirerek yapmak, siyasi etiğe ve vatanseverliğe sığar mı sizlere soruyorum.

Yazının başlığında atıfta bulunduğum metamfetamin; herkesin uzak durması gereken, son derece zararlı bir uyuşturucudur. Kullanıldığı takdirde beyin kimyasını bozan bu madde, çeşitli psikozlara ve halüsinasyonlara neden olabilir. 

Kurtuluş Savaşı sırasında peydahlanan zararlı cemiyetlerin bugünkü versiyonu olan zararlı cemaatlerin en iğrenç örneği olan FETÖ ile zamanında aynı yolda yürüyüp tıpkı metamfetamin gibi bu örgüte bağımlı hale gelen kimileri, geçmişi pür-i pak olanlara bu yakıştırmaları yapma haddini kendinde nereden buluyorlar? Yoksa bu malum örgütün en bilinen takiyyecilik örneği olan iftiracılığın bünyede baki kaldığını mı gösteriyor? Metamfetamin bağımlılığının psikozlara ve halüsinasyonlara neden olduğu gibi metamFETÖmin bağımlılığı da mı psikozlara, halüsinasyonlara ve hezeyanlara mı neden oluyor?

23 Ağustos 2023 Çarşamba

AKP'nin Alkol Politikasının İktidara Faydaları ve Millete Zararları

Sarhoş olunmadığı sürece içki içmek sadece içen kişiyi ilgilendirir. Sarhoş olup şuursuzluğun verdiği tavırla insanları rahatsız etmek, insanların zararına hatta ölümüne yol açmak inananlar için günah herkes için ayıptır. Adabıyla içkisini içene kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur.

Bugün Osmanlı torunu olduğunu iddia edip bencilce Osmanlı'yı sadece kendi ataları olarak gören ve İslam dinini tekeline almak isteyen takiyyeci zihniyete şunu demek isterim. Padişahlardan bazılarının içkiye ve alemciliğe olan düşkünlüğü tarihi belgelerle sabit bir gerçek, inanmayanlar tarihçilerin kutbu olarak anılan rahmetli Halil İnalcık hocadan bunu araştırabilir. Hatta meseleyi bir ileri boyuta taşıyarak halifelerden önemli isimlerin de nebiz diye nitelendirilen şarap dışı alkollü içkileri de içtiği bilinir, bana inanmayanlar rahmetli Yaşar Nuri Öztürk hocadan bunu araştırabilir. Hatta meseleyi bir ileri boyuta daha taşıyarak Kuran'da Nisa suresinin 43. ayetinde       Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.          yazmakta. Muhtemelen buna dayandırarak Hanefi ekolden gelen bazı alimler zamanında içki içmenin değil, sarhoş olmanın haram olduğu yönünde fetvalar vermiştir.

Bu önemli girizgahı yaptıktan sonra sözlerime devam etmek isterim. 

Toplumu muhafazakar - seküler olarak kutuplaştırıp kutsal dini duyguların ardına sığınan istismarcılığın en önemli objelerinden biri alkol haline getirildi. İçki içenler artık kimi kesimlerce kafir sayılıyor, içki içen insanlar ile içmeyen insanlar eskisine kıyasla mevcut siyasal konjonktürün bir sonucu olarak ahbaplık yapmakta zorlanıyor.

Herhangi bir siyasetçinin içki içerken çıkan görüntüleri, yolsuzluk yapmasından daha çok konuşulur ve tepki çeken bir hale geldi. Sizce siyasi ahlakın sınırlarını içki içmek mi yolsuzluk yapıp kamu hakkına tecavüz etmek mi ihlal eder?

Hem içki içenlerin çok büyük bir kısmının kendi seçmeni olmadığını bilen hem de alkollü içkilerin temel tüketim kalemleri olmayıp alışkanlık yarattığı için de yine tüketenlerce alınacağını bilen iktidar zamlarda rekor üstüne rekor kırıyor, üretmeden vergi ile gelirler elde ediyor. Ekonomik olarak bunu karşılayamayanlar simyacılığa soyunup kendi içkisini yaparken veya dışarıdan aldığı ev yapımı içkileri tüketirken hayatından olabiliyor. Yazıktır.

TV'lere bırakın alkollü içki görüntülerinin buzlama yoluyla sansürlenmesini, artık şarap, rakı vb. içkilerin isimleri geçtiği zaman sanki küfredilmiş gibi biplenerek sansürleniyor. Peki bu sansürcülük, gençleri içki içmeye daha çok yönlendiriyor olabilir mi? Birçok konudan bihaber olduğu gibi pedagojiden de muhtemelen bihaber olan mevcut yönetim, bu sansür politikasıyla içki içmeyi marjinalize göstererek gençlerin büyüdüğünü ve özgür bir birey olduğunu ispat edebilmelerinin yolu olarak içki içmeye teşvik ediyor. Yasakların cazip geldiği de bilinen bir gerçek, benim gözlemlerimden çıkarttığım sonuç ise normal şartlarda içki içmeyecek gençler bile bugün içki içiyor. Yoksa iktidar sansürcülük yoluyla içki tüketiminin teşviğini ve reklamını mı yapıyor?  Belki de en büyük vergi dolayısıyla da kazanç kapısının alkollü içkilerden sağlandığını bildikleri için bunu bilinçli yapıyorlardır.

Bu ülkenin cesur gazetecilerinin iddialarına göre, Türkiye uyuşturucu kullanımında rekor üstüne rekor kırıyormuş. İçki fiyatlarının çığrından çıkmasıyla, imkan sahipleri devlete yüksek vergiler ödeyerek içki alabiliyor; sosyoekonomik koşulları yetmeyen ve sosyal çevresinde de uyuşturucu kullananları gören gençler, daha ucuza ve daha çok kafa bulmak için maalesef uyuşturucu batağına düşüyor. Peki son yıllarda uyuşturucu cenneti haline geldiğini gözlemlediğimiz, etrafımızda uyuşturucu batağına düşen birçok gence sahip olduğumuz ülkemizde hiçbir vergisi olmayan, kılçıksız kazanç sağlayan uyuşturucu tacirliğini kimler yapıyor? Bunun altında da yandaşlar mı var bilmiyorum fakat onlar çıksa galiba kimse yok artık demez, siyasi olaylara karşı şaşırma tepkimizi çoktan kaybettik.

Bar ve pub kültürünün muhafazakar kopyası olan nargile kafelerde nargile kültürünün birçok genç arasında yaygınlaşması üzerine son yıllarda elektronik sigara ve elektronik nargile kullanımı inanılmaz arttı. Fatih Altaylı'nın da dediği gibi elektronik nargileler kağıt üzerinde yasak olduğundan ülkeye kaçak yollarla giriyor, dolayısıyla da vergi alınamıyor. Acaba bunun ticaretini yapanlar da yandaşlar olabilir mi?

Ne Gemisi, Hangi Gemi

 Bir gemi metaforudur ki siyasete yıllardır damga vuruyor.

Ekonominin freni patlamışçasına kötüye gittiği yönünde eleştirilerde bulunanlara cevaben 'Aynı gemideyiz' diyen iktidar yanlılarına şunu demek isterim; yüz yılda bir gelecek büyüklükte ve çeşitli alanlarda çığır üstüne çığır açan ünlü bir ekonomistin de dediği gibi 'Gemi var, gemicik var'. Ekonomiyi gemiye benzetip hepimizin aynı gemide olduğunu söylüyorlar, doğru da. Fakat unutmasınlar ki bu artık bir gemi değil, gemicik. Sal olma hatta eğitimlilerin kaçıp kurtulma maksatlı kullandığı filika olma  yolunda da ilerliyor.

Peki acaba aynı gemideyiz diyenler gemi derken Nuh'un gemisinden mi bahsediyor? Malum Hz. Nuh her türden birer eş olmak üzere gemisini doldurmuştu. Teşbihte hata olmaz demişler, ırkçılık veyahut faşizmden nefret ederim fakat ülkemin işgal edilmesine sessiz kalacak kadar da şuursuz değilim. İktidar kanadı yoksa gemi metaforuyla Hz. Nuh'un her çeşit canlıyı aldığı gemisine mi öykünüyor, bu konuda şüphelerim var. Fakat iktidar kanadı da bilsin ki; Aslanından kaplanına, zürafasından ceylanına her türlü canlıyı taşıyan Nuh'u ve gemisini Allah koruyordu. Suriyelisinden Afganına, Pakisinden Iraklısına her milleti taşıyan Türkiye gemisi böyle giderse korkarım ki batacak. Bu Nuh'un gemisi değil ki Allah tarafından  korunsun. Her modern devlette de olduğu gibi Allah değil, toplumsal bilinç ve akıl devletleri ayakta tutar. Allah korusaydı zaten Nass ile korurdu, korumamış olacak ki vazgeçildi. Allah her daim akıllı ve vicdanlı olanların yanındadır, kendisini kullanarak dünya malı elde etmeye çalışanların değil, nereden biliyorsun diyenler Maun suresini okuyabilirler.

Bu gemi yoksa Titanik gemisi mi? Titanik de batmaz canım denilerek yola çıktı, türlü tedbirsizlikle bir süre gitmesine rağmen gemi su aldı. Gemi su alırken kemancılar en profesyonel sanatlarını icra etti ama batmaya engel olamadılar. Tıpkı Türkiye'yi yönetenlerin pek de akıl karı diyemeyeceğimiz politikalarına karşı milyonların feryatlarına ve uyarılarına kulak asmayıp bildiğini okumaya devam etmeleri, gemi su aldığında da 'Almanya bizi kıskanıyor', 'Her yerde kriz var' , 'Sıçrama yapacağız' vb. bayağı propagandalarla halkı oyalamaya çalıştıkları gibi.

Gemi kaptanları flörtözlüğüyle anılır, her limanda sevgilileri olduğu söylenir. Bu geminin kaptanları da aman sıcak para gelsin telaşıyla cumhuriyet değerlerini peşkeş çekebilmek için bir Suudlara, bir Katarlılara, bir Batılılara mavi boncuk dağıtıp duruyor. Yoksa bu yüzden mi gemiye benzetiliyoruz?

Gemi derken yoksa batan geminin mallarından mı bahsediliyor? Batan geminin malları çok ucuza satılır, bunlar da güçlü iddiaların dilden dile dolaştığı gibi beşli çetelere, yandaşlara ve fondaşlara batan ülkemizi peşkeş mi çekiyor?

Yoksa batan geminin malları bir diğer anlamıyla mı kullanılıyor? Bu milletin a.... koyacağız diyenlerle iş tutmakta beis görmeyenler, vatandaşına utanarak söylüyorum ki sürtük başta olmak üzere her türlü hakareti edenler yine kendi vatandaşını, üstelik de seçmenini argodaki tabiriyle mal olarak mı görüyorlar? Ülkeyi gemiye benzetirlerse gerçekten ortada bir batan gemi ve batan geminin yönetimini her şeye rağmen savunan, bırakın kırmızı eti artık ekmek alırken hesap yaptığı halde liderlerinden asla vazgeçmeyen 'mallar' var. Bunu ben söylemiyorum, karnesi bu konuda kabarık olanların gemi gemi diyerek bunu da da düşünebileceği konusunda bir fikir jimnastiği yapıyorum, böyleyse çok ayıptır. Kimse Necip Türk milletine hakaret edemez.

Allah ülkemizi korusun. Aslında Allah korusun demekle de Allah korumuyor, belki de Allah'ın bize verdiği en büyük nimet olan aklımızı kullanmayıp bize verdiği nimetlerle kendi kurtuluşumuzu sağlamayıp onu da hiçbir şey yapmayarak Allah'tan beklemek Allah'a hakaret oluyor. Tevekkül kavramının önemi bilinen bir gerçektir. Türk milleti sömürülmemek ve kullanılmamak için hangi değer ve hassas duygularına hitap edilirse edilsin aklını kullanmadığı sürece maalesef ki daha çoook çekecektir. Hem geleceğimiz hem de inandığımız değerlerin bayağılaşmaması uğuna bu değerlerin sömürülmesine engel olmalıyız. Bu da ancak nitelikli bir eğitimle mümkün olacağı için bu yol muhtemelen bilinçli olarak kapatılmış durumda. Gemi gemi diyerek yoksa gemi ağza alan rant gruplarından mı bahsediyorlar?



Sanayi Evrimi: Meslek Liselerinin Bitirilmesi Felaket Oldu

Son yıllarda aileler, çocuklarının dünyayı kurtaracağı ve çok özel olduklarını zannediyor. Evet her çocuk özeldir, fakat en özel değildir.

Tıp, hukuk, öğretmenlik, mühendislik, psikoloji, diş hekimliği gibi bölümler her çocuğun istediği bölümler çünkü aileleri çocuklarının bu bölümlere gitmesini istiyor ve çocuklar kendilerini bildi bileli onlara bu isteklerini doğrudan veya dolaylı olarak her fırsatta dayatıyorlar.

Meslek liselerinin kalitesi ve itibarı düştükçe 'bu çocuk okumaz' diye nitelendirilen, ailelerin üstüne pek düşmediği veya kendisi dersleri sevmeyen öğrencilerin ilk tercihi meslek liseleri oluyor. Öğrencilerin askerlikteki gibi bedelli imkanları olmadığı için öğrenciler mecburen uzun dönem eğitim alıyor ve 12 yılını okul sıralarında bu işkencenin bitmesi için şafak sayarak dolduruyor.

Anadolu, Fen ve düz liselerden mezun olan öğrencilerin belki de %99'u üniversite eğitimi alıyor. Belli periyotlarla karşımıza çıkan atama bekleyen bölümler, yüksek tahsilli kasiyerler vb. haberler bize gösteriyor ki her yıl, birçok bölümde bu ülkenin ihtiyacından çok daha fazla mezun veriliyor. Bu nedenle de öğrenciler ya atama peşinde ya da tahsili ile alakası olmayan sektörlerde yıllarını geçiriyor dolayısıyla da üniversite okurken yıllarını ve paralarını heba ettikleri anlamı çıkıyor.

Türkiye'de artık ustalık ve zanaat gerektiren alanlarda gençler istihdam olmuyor. Ustaların sayıca azalması neticesinde ustaların değeri artarken kazandıkları parayı da aynı oranda arttırıyor. Sanayiye arabanın en ufak sorunu için gidenler bile bir dünya para veriyor, belki günlerce bekliyor. İnsanlar da buna mecbur olduğu için sesini çıkaramıyor. Eskinin beğenilmeyip burun kıvırılan ve ailelerin çocuklarını ustaların yanına vermekle korkuttuğu meslek dalları bugün beyaz yakalılardan misli misli fazla kazanıyor, artık ustalar beyaz yakalıların kibrinden doğan küstah şımarıklıklarını çekmiyor ,beyaz yakalılar ustaların nazını çekiyor. Zaten kendileri gibi ustaların az olduğunu bilen ustalar artık işleri parasına göre seçip ufak çaplı işleri bekletiyor, müşterilerin kendilerine mecbur olduklarını bildiklerinden olması gerekenden çok fazla paralar karşılığında işlerini yapıyorlar.

Halbuki meslek liseleri öğretim açısından nitelik ve kalite; algısal açıdan itibar kazansa meslek liselerine daha fazla öğrenci gidecek. Şehrindeki kalburüstü Anadolu liselerine denk puanı olan meslek liseleri mühendisleri çekirdekten yetiştirse alanına yabancı olmayan mühendisler ile Türkiye birçok anlamda başka seviyelere ulaşabilecek. Ortalama seviyedeki meslek liselerine gidecekler ise meslek liselerinin itibarının ve niteliğinin arttığının bilincinde olarak dört senelik lise dönemlerinin goygoyla geçirmek yerine meslek eğitimlerinin üstüne eğilip direkt istihdam olacaklarının farkındalığıyla meslek eğitimini ciddiye alacaklar, üniversite eğitimi talep etmeyecekler. Bu da ülke ekonomisine eğitimli ara elemanlar kazandırırken öğrenciler açısından ise üniversite eğitimi almayıp dört senelerini ve paralarını israf etmemek gibi önemli bir tasarrufu sunmuş olacak.

21 Ağustos 2023 Pazartesi

Şakir misin Şakirt mi

 1970'lerde temeli atılan Ciasal İslam dinciliği ve takiyeciliğinin en örgütlü boyutu olan Fethullah Gülen Cemaati 17-25'te veya 15 Temmuz'da FETÖ olmadı. Bu örgüt ya en başından beri FETÖ'ydü ya da bugün de dahil hala Gülen Cemaati'ydi.

Fethullah Gülen'in Ülkeye dönmesinin; yol ortaklığına dayanan hasret, coşku ve kararlılıkla çağrısını yapanlar bugün hoca efendilerini terörizm ile itham ederken zamanında hoca efendilerine Fettoş diyenlere kendileri veya başkaları türlü işkenceler uyguluyordu.

Melun Fettoş'un sözde cemaati, Mason - Siyonist yapıların tipinde örgütlenip ülkenin dört bir tarafını işgal ederken işlerini daha rahat halledip kolayca at sürebilmek için, belki de dış mihrakların emri ile iki bin yıllık Türk Silahlı Kuvvetlerini bitirme noktasına getirme pahasına sözde Ergenekon kisvesi altında bu ülkenin şerefli askerlerini ölüme sürükledi.

Hakimden paşaya, kapıcıdan maşaya birçok insanın dini temellere dayanan saf duygularla veya olayın ciddiyetinin tastamam bilincinde olarak güçlendirdiği bu yapılanmanın tehlikesini; buluğ çağına ulaşmış ve ortalamanın en azından aşağı seviyesinde olmayan vatandaşlar öngörebilirken bu ülkeyi yönetenler kandırıldığını ifade etti.

Kandırıldığını söyleyenlerin ve kandırıldıklarına kananların; eğer döneminde yaşasaydı çağının ötesinde kişiliği yüzünden sevmeyeceği, bugün cehaletlerinden ötürü sevdikleri, değerli atamız Fatih Sultan Mehmet Han'ın babasına yazdığı rivayet edilen mektubu hatırlatmak isterim. 'Padişah sizseniz tahta geçiniz eğer padişah bensem emrediyorum derhal tahta geçiniz.'

Yönetenlerin biz vatandaşlara hizmetkar olduğu ve bunu defalarca ifade ettiği bir sistemde; hududumun farkında olan, tarihini iyi bilen sade bir Türk vatandaşı olarak son derece haklı ve gerçekçi bir talepte bulunuyorum. 'eğer FETTOŞ'a kanacak kadar şakirsen bizi yönetecek donanıma sahip olmadığın için görevini derhal bırak eğer FETTOŞ ile işbirliği yapan takiyyeci bir şakirtsen kandırıldığını söylerek kitleleri kandıran bir adamsan o görevi hak etmediğin için istifa et.'

En baştan beri Fettoş diyip cemaat kisvesi altında paralel yapılanmayla terörist bir grup olduğunun bilincinde olduğumuz Gülen Cemaati'nin iktidar tarafından FETÖ olarak ilan edilmesi, mevcut iktidar adına son derece kazançlı oldu.

FETÖ'nün hak ehli ve faydalı sayıldığı dönemlerde, devlete ne kadar sızmanın olduğunu tam bilemediğimiz için geçmişte yaşanan gerek iç politikada gerekse dış politikada türlü türlü skandalın faturası FETÖ'ye kesilip iktidar için kolayca sıyrılma imkanı doğdu. Ayrıca mevcut iktidarı çeşitli yönlerden, kendince haklı sebeplerce, ifade özgürlüğü kapsamını suistimal etmeden eleştiren insanları bile yıldırmak, korkutmak ve durdurmak için gayet rahat FETÖ'cü damgası vurulur hale geldi. Ülkenin yarısına varacak kadar ciddi bir kısmını, hele hele hocaefendi sayıdıldığı günlerden FETÖ olarak adlandırıldığı günlere kadar herhangi bir ilişkileri olmamasına rağmen, FETÖ'cülükle itham etmek o insanlara yapılan bayağı bir haksızlık olmak bir yana dursun, bu FETÖcü damgasını sıradanlaşan bir hakaret haline getirerek FETÖ olayının ve olası emsallerinin ciddiyetini de azaltan korkunç bir faaliyettir.

Bu ülkenin 17-25 ve hatta 15 Temmuz'dan önce Gülen'e Fettoş demiş cesur, namuslu ve akıllı vatandaşlarını kimse FETÖ'cülükle itham edemez. Hele ki geçmişleri şaibeliyse.

Ancak ve ancak seküler değerler ışığında el birliğiyle muassır medeniyetlerin seviyesinin üzerine çıkarabileceğimiz Türk milleti, ne gülenlerin, ne meclis oylamasında sırıtanların, ne meczupların, ne de vatandaşa hakaret edenlerin zulmüne boyun eğmeyecektir.

Şimşek Çakacak ki Fırtına Durulsun

 Fırtınalı bir havada umursamazca uçurtma uçuran adamın uçurtmasına şimşek çakarsa suç şimşekte midir, adamda mı?

Önceki yıllarda amiyane tabirle teneke bağlanıp yollanan Mehmet Şimşek ekonominin başına getirildi. Davutoğlu, Babacan, Gül, belki Arınç en son da Soylu gibi parti içindeki ağır topları bir şekilde elemine edip halkta karşılığı olan tek isim haline gelen Recep Bey, neden Mehmet Şimşek'in ekonominin başına bu denli şaşa ile geçmesine izin verdi?

Şimşek ismi günlerce konuşuldu, şişirildi ve reklamı yapıldı. Bilinçli bir PR çalışması olduğu belliydi ve kurtarıcı sıfatına yakışır bir şekilde başa getirildi. Çok fazla bilgim olmamasına rağmen Şimşek'in namuslu ve işinin ehli bir isim olduğu konusunda olumlu izlenimlerim var. 

Kılıçdaroğlu, Recep Bey, Oğan, İnce, Atatürk, Churchill, Bismarck, Lincoln... Başa kim gelirse gelsin mevcut ekonomik durumun enkazı altında fıtık olacağı belliydi. AKP'nin şu an yaptığı zamları kim gelirse gelsin yapacaktı çünkü AKP yönetiminin inanılmaz hataları 2023 seçimlerinin kazananını buna mecbur kılmıştı.

Bunun farkında olan Recep Bey kendi enkazını kendisinin toparlamaya çalışırken aşırıya kaçan zamlar yapılacağını biliyor, kendi seçmeni de dahil hakta büyük bir öfkenin doğacağını hesap edebiliyordu.

Son yıllarda üstünde başka AKP'li ismin gölgesini asla kabul etmeyen Recep Bey, günden güne kötüye giden ekonominin ağır faturasını kendisinin değil reklamlarla, coşkuyla, şaşayla göreve getirilen Şimşek'in üstlenmesini istedi.

Mevcut ekonomik durumda bile ağır gelen zamlar ve vergi kararları muhtemelen sadece bu seneyi kurtarmak için değil gelecek seneyi de içine alan zam paketleri. Bunları da Recep Bey yapmıyor, liyakat sahibi ve bağımsız Şimşek yapıyor gibi bir hava oluşturuluyor.

Zamlar artık dayanılmaz noktaya geldiği zaman; geçtiğimiz günlerde Arap ülkelerine yatırım konusunda ön anlaşmalar için giden AKP yönetimi, zamların ve kötü gidişin sorumlusu sanki Şimşek gibi onu gönderecek ve muhtemelen Araplardan gelen peşkeşin verdiği sıcak parayla ekonomi rahatlayacak, geleceğin zamlarını bugün de yapmasını istedikleri Şimşek'in bu zam politikası ile peşkeşten sonra uzun bir süre zam yapılmayarak yine yeni yeniden suni refah oluşturulacak. Tüm bu darboğazın sorumlusu Recep Bey değil, Mehmet Şimşek gibi bir manipülasyon yapılacak.

20 Ağustos 2023 Pazar

Kılıçdaroğlu'nun Aday Olmasının Bazı Muhtemel Sebepleri

 Erdoğan'ın karşısında aday olacak kişi kim olmalı, altılı masanın adayı kim olmalı konularına cevap arayan sayısız kamuoyu yoklaması ve anket yapıldı.

Tüm anketlerin ortalaması alındığında Recep Bey'in karşısında; Mansur Yavaş yüzde elli yedi, Ekrem İmamoğlu yüzde elli beş, Meral Akşener yüzde elli iki, Kemal Kılıçdaroğlu yüzde elli civarı oy alıyordu. Elbette ki seçim dönemine girildiğinde kampanyalar, propagandalar, miting performansları vb. konuların dahilinde bu oy oranları değişecekti.

Bana kalırsa kazanma ihtimali en yüksek olan kişi hakkında dört sene boyunca kara propaganda yapıldığı halde yüzde elli beşlik kesimi arkasına alan İmamoğlu'ydu. Mansur Yavaş henüz karalanmamıştı, aday olduğu andan itibaren AKP tarafından hakkında hummalı bir çalışma başlatılacaktı. 

Her ne olursa olsun, en az oyu alacağı öngörülen Kılıçdaroğlu aday oldu. Hem de 13 senenin vermiş olduğu yıpranmaya bağlı heyecan yaratamayacak bir figür olmasına, hakkında yıllardır itibar suikasti yapılmasına, bir Türkiye gerçeği olarak mezhebine ve her ne kadar birçoğunu hiç kimsenin kazanamayacak olmasına karşın kötü seçim karnesine rağmen.

Bunları düşününce insanın aklına ister istemez 'muhalefet acaba seçimi kazanmak istemedi mi' sorusu geliyor. Bunun makul nedenleri olabileceği gibi hainliğe varacak kadar korkunç sebepleri de olabilir. Muhtemel sebepleri yazalım.

1- CHP Enkaz Devralmak İstemedi için Zaten Kaybedeceğini Bilen Kılıçdaroğlu Aday Oldu: İnsanların aklına çoğunluğu safsata da olsa CHP denince iyi şeyler gelmiyor. Karneyle ekmek alınan dönemler, tüp kuyrukları, türban yasağı, devalüasyon...

21 yıllık AKP hükümetinin ekonomi bilimine aykırı politikalarla yıldan yıla ülkeyi nasıl bir ekonomik krize sürüklediği ortada, üstelik kriz şu an hala zirvesini yaşamadı. CHP gelseydi, seçimin son altı ayı önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere ekonomik manipülasyonla ekonomiyi düzeltmiş imajı veren AKP'nin ardından tıpkı şu an AKP'nin yaptığı gibi zam üstüne zam yapacaklardı. Bu da insanlarda 'CHP demek sefalet demek' algısını güçlendirecekti. Belki bu seçim kazanılacaktı fakat bir dahaki seçimden itibaren CHP yine uzun yıllar iktidara gelemeyecekti.

Eğer bu senaryo gerçekse Kılıçdaroğlu CHP'nin bekası için iyi kendisi için kötü bir şey yaptı, bunu yapmak ciddi bir diğergamlık ve davası uğruna kendinden bile vazgeçebilmeyi ister. 

Son günlerde oluşan Kılıçdaroğlu nefretinin iyice perinlenmesine rağmen kendisinin pişkince istifa etmemesini anlamak güç. Belki kritik bir zamanda iyice basiretsiz bir figüre dönüşen kendisinin yerine gelecek olan muhtemeldir ki İmamoğlu'nun daha da kahramanlaşması ve kurtarıcı bir figür haline gelerek kitleleri arkasından sürüklemesinin zeminini hazırlıyordur. 


2- Enkazı Diğer Adayların Değil Kendisinin Devralmasını İstedi:

Mansur Yavaş kazanma ihtimali en yüksek görülen ve insanların en çok istediği kişi olmasına rağmen  istekli bir tavır hiç takınmadı. İmamoğlu'nun erkenden cumhurbaşkanı olması yerine onun tıpkı Recep Bey gibi aktif siyasette muhtemelen genel başkan olarak görev yapması düşünülüyor olabilir, zaten kaybettiği takdirde de siyasi karizması erkenden çizilebilirdi.

Tüm bu ihtimallerin dahilinde yönetimi devralıp memleketi kurtarmak fakat devralındığı takdirde cumhurbaşkanı olacak kişinin çok riskli bir ateşten gömleği giyeceğini bilen CHP yönetimi zaten siyaseten yıpranmış bir kişinin bu gömleği giymesini ve bu süreçten CHP'nin değil o kişinin zararlı çıkmasını istemiş olabilir. Bu kişi için en uygun isim Kılıçdaroğlu. Kazandığı takdirde belki iyi yönetip ülkeyi düzlüğe çıkaracak, belki de ülkenin serbest düşüşünde zaten elinden bir şey gelemeyeceği için zaten toplum tarafından pek sevilmeyen kendisinin üstü çizilecekti, CHP'nin evlatlarının değil. Kazanamadığı takdirde de yine ilk senaryo gerçekleşecekti.


3- Kılıçdaroğlu, Yanındakiler Tarafından CB Olabileceğine İnandırıldı:

Bu gerçekten zor bir ihtimal fakat parti içinde gerek rant uğruna gerekse ajanlık faaliyetleri neticesinde şakşakçı kesimler mevcut. Kılıçdaroğlu'nu buna inandırmış olabilirler. Neden zor bir ihtimal çünkü Kılıçdaroğlu illaki toplumsal tepkiyi biliyordur.


4- Kılıçdaroğlu Egolarına Yenik Düştü: Yıllardır Recep Bey tarafından siyaseten zorbalığa, aşağılanmaya ve algı operasyonlarına maruz kalan Kılıçdaroğlu, kaybettiği seçimlerin verdiği hırsla Recep Bey'in en güçsüz döneminde her şeye rağmen kazanacağına inandı ve 'Seçim öyle kazanılmaz böyle kazanılır' demek istedi. Bu da zor bir ihtimal olmakla birlikte eğer gerçekse 75 yaşındaki adamın kişisel hırsları uğruna memleketin kaderi değişti demektir. İşte o zaman vah memleketin haline.


5- Kılıçdaroğlu Erdoğan'ın Adamı: Kılıçdaroğlu'nun her seçimi kaybettiğinde, her yeni gaf yaptığında söylenegelen bu sansasyonel iddia bu seçimin kaybedilmesiyle daha geniş kitlelerce daha gür sesle söylenir oldu.


6- Kılıçdaroğlu ile Erdoğan Aynı Yerin Adamı: Recep Bey'in 'Ben BOP eşbaşkanıyım' demesinin üzerine birçok kişi buna haklı bir şekilde dayanarak kendisinin ABD'nin adamı olduğunu iddia ediyordu. Recep Bey gibi Kılıçdaroğlu da ABD'nin adamı olabilir, ülkemizde demokrasi değil siyasi bir tiyatro izliyor olabiliriz.


7- CHP'nin Arkasındaki Güçlerle AKP'nin Arkasındaki Güçler Anlaştı: Nasıl Recep Bey'in arkasında ABD olduğu iddia ediliyorsa CHP'nin arkasında da Almanya'nın olduğu konuşuluyor.

Artık yıpranan ve seçimin favorisi olmayan Recep Bey'in kaybedecek gibiydi, dolayısıyla ABD kaybedecekti. ABD ile Almanya anlaşıp belli konularda karşılıklı tavizler vererek Recep Bey'in kazanabilmesi adına en güçsüz isim olan Kılıçdaroğlu'nun aday olmasına karar verdiler.



Siyasi duruşum ve vatan sevgimden dolayı ilk iki senaryonun gerçek olmasını diliyor ve düşünüyorum.

'Rende Binası'nın Yaptığı Algı Operasyonları

 AKP'nin en başarılı olduğu iki konu teşkilatlanma ve algı operasyonu. Zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin en uzun iktidarı olmasının en büyük sebeplerinden ikisi de bu iki husus.

Kendilerini muhalif olarak tanımlayanların bazıları TC İletişim Başkanlığı binasına rende binası derken AKP'nin algı operasyonlarının çıkış kaynağını yine burası olarak görüyorlar. Gücünü örgütlenmeden alan ve kamuoyunun zihnine nakış gibi işlenen algı operasyonları gerçekten buradan mı yapılıyor bilemem fakat örgütlü, organize, psikoloji ve sosyoloji konusunda uzman olanlar tarafından yayılan algı operasyonu çalışmaları olduğuna yüzde doksan dokuz oranında eminim. Bunu destekler nitelikte Ekşi Sözlük ve Twitter başta olmak üzere bilumum sosyal medya mecralarında aynı anda benzer şeyleri aynı IP adresinden giren trol olarak tanımlanan hesaplar da tüm bu olanların kanıtı gibi duruyor. Tüm bu iddiaların doğru olduğunu varsayarak bu konunun üzerine eğilmek istiyorum.

Son zamanlarda dillere pelesenk olan ve iktidarın en çok eleştirildiği liyakat konusunun en doğru örneğini ise rende binasında bulabiliriz çünkü oldukça başarılılar.

Hükümetlerin oluşturduğu kabineler gibi rende binasında kabine yapısına çok benzeyen, belli uzmanlıklar gerektiren müdürlüklerin olduğu bir hiyerarşik düzenle işlediğine neredeyse eminim. Muhtemelen kara propaganda ve ak propaganda olmak üzere ikiye ayrılan bu yapılanmanın kara propaganda ayağı muhalefeti çaptan düşürmeye gayret ederken Ak propaganda departmanı ise adından anlaşılacağı üzerine AKP propagandası ile mükellef.

 Nedir bu bakanlıkvari müdürlükler? Mansur Yavaş departmanı, Kılıçdaroğlu departmanı, İmamoğlu departmanı, CHP departmanı, Meral Akşener departmanı, Ali Babacan departmanı diye uzar gider.

Muhtemelen her departmanın başında bir müdür var ve sadece departmanının alanıyla ilgileniyor, diğer isimler üzerine çalışmıyor. Bu müdür devlet yönetiminde pek rastlamadığımız üzere oldukça eğitimli bir profil. Sosyoloji ve psikoloji alanında oldukça mahir olmalı ki halkın neye nasıl tepki vereceğini bilerek ona göre hareket edebilsin. Müdürün altında kendisine günlük haberleri getiren elemanları var. Haberler üzere alınan karar ise trollere haber verilip organize bir şekilde çalışmalar başlıyor, tasarladıkları şeyi gündeme getiriyorlar.

Sanmayın ki muhalefetin her unsuru her an kötüleniyor. Bu müdürler Fahrettin Altun ile bir araya gelip AKP'nin geleceği adına konuşurlarken hangi muhalif ismin daha çok üstüne gidileceğini, hangi muhalif ismin parlatılacağına karar veriyorlar. Bu kararlar şartlara göre yüz seksen derece değişebiliyor.

Hemen bir örnekle açıklayayım. 31 Mart 2019 seçimleri CHP için Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu olmak üzere iki süper star yaratmıştı. İlk zamanlar İstanbul'un alınmasının CHP'deki sevinci ve AKP'deki üzüntüsüyle İmamoğlu en çok konuşulan siyasetçi olmuştu. İmamoğlu sadece İstanbul'u yıllar sonra kazanılmasını sağlayan bir figürden çok daha ötede; ikna kabiliyeti, hazırcevaplılığı, dinamizmi ve karizmasıyla yükselen yeni bir yıldızdı. Recep Bey bizzat İstanbul'da Binali Yıldırım'a değil bana oy vereceksiniz çağrılarında bulunmasına rağmen İmamoğlu'na ikincisi sekiz yüz bin farkla olmak üzere iki kere yenildi. İmamoğlu'nun bu yükselişinin ama cumhurbaşkanı adayı olarak ama genel başkan olarak CHP'ye de yansıyacağını düşünen AKP yönetimi son dört yıldır en büyük enerjisini İmamoğlu'nu karalamaya harcadı. İşin garibi Mansur Yavaş, adaylığı seçime az bir süre kalana kadar ciddi ciddi dillendirilmemişken eleştirilerden bırakın İmamoğlu kadar nasibini almayı, övgüler alıyordu. İki belediye başkanının çalışmaları neredeyse aynıydı hatta İmamoğlu daha başarılı bile olabilir. Galiba Recep Bey seçim için karşısında İmamoğlu'nu görmek istemiyordu, bunu zaten İmamoğlu'nun skandal siyasi davası da kanıtlıyor. Mansur Yavaş'ın daha pasif duruşunun yanında Kürt seçmenin de kendisine oy vermeyeceğini düşündükleri için bu politikayı izlemiş olmaları kuvvetle muhtemel. Seçim geçti, Recep bey galip geldi ve Kılıçdaroğlu'nun suyu ısınmaya başladı. Halk Kılıçdaroğlu'nun koltuğunda İmamoğlu'nu görmek isterken bir anda sosyal medyada İmamoğlu övülmeye başlandı fakat bu övgülerin insanı şüpheye düşüren tarafı İmamoğlu'nun genel başkan olması yönünde bir istek olacağı yere İmamoğlu'na parti kurması yönünde çağrılardı. CHP'nin kemikleşmiş kitlesinden oy koparmanın zor olması bir yana bu aynı zamanda muhalefetin kendi içinde bölünmesi ve AKP'nin işinin çok kolay olması anlamına geliyordu. Muharrem İnce kendi partisini açtı da ne oldu sanki?

Seçim dönemi Aktrol olarak bilinen hesapların sosyal medyadaki cumhurbaşkanı adayı kim olmalı benzeri kamuoyu yoklamalarında Kılıçdaroğlu lehinde şakşakçılıp yapmaları, hatta anketlerde Kılıçdaroğu'nun lehinde bot hesaplarla manipülasyon yapıldığı da ortaya çıkarıldı.

Tüm bu sebeplerden dolayı Türk vatandaşı medya okuryazarlığının bilincinde olmalı.

İşbu yazıda gerçeklik değil kuvvetli verilerin bizi ittiği ihtimallerin üzerinde durularak bir fikir jimnastiği yapılmıştır.



19 Ağustos 2023 Cumartesi

Türk Halkı Göçmenler Konusunda Ülke Çapında Protesto Yapmasın Diye İkinci Bir Gezi'nin Fitili Mi Ateşleniyor?

 2011 yılından beri Türkiye'ye göçen 2015 yılında göç hızında ciddi bir ivmelenme olan Suriyeliler bir tarafa Afgan ve Paki kökenlilerin de ülkelerinden binlerce kilometre ötesindeki Türkiye'ye göç etme furyası başladı. 13 milyona kadar çıkan Göçmen nüfusu tahminleri de bunun ne büyük bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Türk halkında ise göçmenlerin ülkemizde istenmemeleri konusunda çok haklı ve ne mutlu ki insanlık dışı boyutlara, şiddete ve ırkçılığa varmayan bir konsensüs oluşmuş durumda. AKP seçmeninin bile rahatsızlık duyduğu bu meselede galiba en rahatsız olan grubun başını Kürtler çekerken, en sistematik ve örgütlü mücadeleyi kendilerini seküler milliyetçi olarak tanımlayan bir grup veriyor.

Dünyanın her yerinde ve her zamanında ekonominin kötüye gittiği ve refahın azaldığı dönemlerde azınlık karşıtlığı patlak veriyor, olaylar da büyüyebilirken istenmedik insanlık dışı neticeler doğurabiliyor. Türk ekonomisinin 2018'den beri serbest düşüşte olduğu durumdaysa benim de düşündüğüm gibi bazı ekonomistler birkaç yıl belki daha da yakın bir süre zarfı içinde Türkiye için ekonomik anlamda tam bir felaket senaryosu olan stagflasyonun yaşanacağını ifade ediyor. Yani yüksek enflasyonun yanında bir de yüksek işsizlik sorunu.

31 Mart Belediye seçimleri için iktidar seçim ekonomisine girer mi bilmiyorum fakat ülkeye sıcak para getirmenin belki de elimizde kalan tek yolu olan turizm mevsiminin bitmesiyle beraber ya bu sene Kasım, ya da gelecek sene Kasım ayında stagflasyonun yaşanacağını düşünüyorum. Böylesi bir senaryoda evine ekmek götürmekte bile zorlanan Türk halkı; bazısı spekülasyon bazısı gerçek olan kelimenin tam anlamıyla at izinin it izine karıştığı göçmenlere sosyal yardım vb. konularda öfkesine hakim olamayabilir. Göçmenlerin karışmış olduğu suçların çok daha göze batması sebebiyle ekonomiden bunalmış, mültecilerden bıkmış, memleketine yabancılaşmış Türk halkı protestolara başlayabilir.

Suriyelilerin genellikle Kürt vatandaşların çalıştığı işlerde piyasanın çok daha altında çalışıp işlerini ellerinden aldığı bilinen bir gerçek olmasının yanısıra anketler ve kamuoyu yoklamaları da gösteriyor ki asgari ücretli çalışanların, mavi yakalıların önemli bir kısmı da Recep Bey'in seçmeni. Türkiye tarihinde şaşırtıcı bir şekilde sağcıların ilk defa protesto yaptığını görebiliriz. Bugüne kadar yapılan hiçbir protesto AKP seçmeni tandanslı olmadığı için iktidar adına tehdit teşkil etmezken kendi seçmeninin kendilerini protesto etmesi AKP adına korkunç bir senaryo olurdu.

Tüm bu sebeplerden ötürü muhtemelen ekonomik gidişatın ne zaman yıkımla sonuçlanacağının çok iyi farkında olan iktidar bu döneme çok az bir süre kala kendisini muhalif olarak niteleyen solcu, seküler ve Atatürkçü grupları kaşıyıp bilinçli bir şekilde Gezi eylemlerini sosyal medya ve televizyonlarda konuşulur kılarak ikinci bir Gezi'nin algılara yerleşmesine sebep olmak isteyebilir. 

Peki bu ne işe yarar? Çok şeye.

Göçmen konusunda homurdanmalar başlayıp olay yeterli olgunluğa ulaşmadan muhalif grupların sokağa inmesiyle protestoların siyaset üstü değil, seküler tandanslı bir şekilde siyasi olmasına sebep olarak sağ kesimin sokağa inmesinin önü kesilir.

Tıpkı Gezi'de olduğu gibi Döviz dalgalanmasının sebebi muhaliflere kesilir ve iktidarın ülkeyi ekonomik olarak batırmasının sebebi yönetimsel değil, muhaliflerin sokağa çıkmasına bağlanır.

Protestolarda iktidarın gönderdiği veya kendiliğinden oraya gelen PKK'lılar ve LGBT'liler ile protesto maksadından çıkar. Muhalifler bir kez daha terörist ilan edilerek mülteciler konusunda toplumsal bütünlükten gücünü alan tepkinin önü kesilmiş olur.

Son zamanlarda sosyal medyada eskiye kıyasla çok daha fazla karşıma çıkan Gezi'nin sebebini buna bağlamakla birlikte kendini muhalif olarak nitelendiren vatandaşların asla böyle bir şeye alet olmamasını diliyorum.


AKP'nin İstanbul veya Ankara Adayı Süleyman Soylu Olabilir Mi?

 Özellikle 2017 - 2020 yılları arasında zamanın ruhunun hakkını vererek dönemin açık ara en popüler bakanı olan Süleyman Soylu o kadar sansasyonel bir siyasetçiydi ki her dediği olay olurken Millet İttifakı seçmeninin nefretini kazanıyor aynı oranda da Cumhur İttifakı seçmeninin de sevgisini kazanıyordu. AKP seçmeni açısından Soylu sevgisi neredeyse Recep Bey sevgisini geçmek üzereydi. 

Sağcı kült lider figürünün tarihteki en büyük örneklerinden, döneminin dünyadaki en büyük örneği olabilecek niteliğe sahip olan Recep Bey ise yıldan yıla kurucu kadroda olan veyahut sonradan aralarına katılan alanında yetkili, kendi çapında halkta karşılığı ve karizması olan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan vb. isimleri zamanla azalarak bitme noktasına getirmiş ve halkta karşılığı olan AKP'li tek figürün kendisi olması için en az muhalefetle olan çekişmelerindeki kadar efor sarf etmişti. Tüm bu sebeplerle Süleyman Soylu'nun yükselişi hem iyi hem kötüydü. İyi yanı kendi tabanda heyecan uyandıran bir figür olan Soylu'nun 16 Nisan 2017 referandumu neticesinde AKP eliyle bilinçli olarak iki ana cepheye ayrılmış siyasi konjonktüründe Recep Bey seçmeninin karşı tarafa geçmesini radikal tavrıyla engelliyor ve AKP - MHP ittifakı arasında çimento niteliğini üstleniyordu. Kötü tarafı ise üstünde gölge kabul etmeyen Recep Bey'i gölgeleme ihtimali vardı ve Recep Bey'in ölümü veya emekliliği sonrası AKP genel başkanlığı için en büyük aday konumundaydı. Recep Bey ise kendisinden sonraki süreç için damatlarını kendi koltuğunda istiyordu.

Önce pandemi döneminde zamansız oluşu sebebiyle skandal niteliğindeki hafta sonu sokağa çıkma kararıyla Soylu'nun suyu ısınmaya başladı, görevinden affını isteyen Soylu, halkın ısrarı sonucu koltuğuna geri getirildi. Kimsenin beklemediği bir şekilde sansasyonel açıklamalarda bulunan Sedat Peker ise çoğu az çok bilinen yolsuzlukları ve skandalları açıklarken Tayyip Ağabeyini herkesten ayrı tutarak 'Reis iyi de çevresi kötü' benzeri bir yaklaşımla Recep Bey'e asla laf söylemiyor, belki de bizim tam anlayamayacağımız bir şekilde aba altından sopa gösterirken en çok da en sert ve hakaretamiz üslubuyla Soylu'yu hedef alıyordu. Sokağa çıkma yasağı kararından sonra Soylu'ya itibar suikasti hareketinin ikinci adımı bu olabilirdi. Radikal ve çarpıcı siyasetiyle tanınan göçmen karşıtlığını üstlenmiş Ümit Özdağ ise genellikle muhalefeti eleştirirken iktidar kanadından en sert üstüne gittiği isim nedense Recep Bey'in de çaptan düşürmek istediği Süleyman Soylu'ydu. Ümit Özdağ da Soylu'yu bitirme furyasının üçüncü ve şimdilik son adımını atmıştı.

Recep Bey; en çok  önem verdiği İstanbul'da üst üste iki kere Binali Yıldırım kisvesi altında kendisini mağlup ederek siyasi potansiyeli sebebiyle en korktuğu isim konumuna gelen Ekrem İmamoğlu'ndan İstanbul'un alma hayali kuruyor ve bunu herkes biliyor. İstanbul demek Türkiye demek, Türkiye demek rant demek.

Henüz aday olup olmayacağını tam bilmiyoruz fakat Kılıçdaroğlu'nun koltuğu için en büyük tehdit olan İmamoğlu'nun yeniden İstanbul adayı olması Kılıçdaroğlu'nun işine gelir çünkü hukuken bir belediye başkanı istifa etmediği müddetçe parti genel başkanı olamıyor. İmamoğlu; Kılıçdaroğlu kadar Recep Bey için de çok büyük bir siyasi tehdit. 

İstanbul'da İmamoğlu Soylu çekişmesinin sonucu ne olursa olsun en çok Recep Bey'in işine gelir. İhtimaller şöyle ki;

1- Soylu Kazanır İmamoğlu Kaybeder: AKP 5 yıldır sabırsızlıkla beklediği İstanbul'una ve yandaşlar rantlarına kavuşur. Ekrem İmamoğlu'nun siyaseten karizması çizilir ve arkasındaki rüzgarı kaybederek Recep Bey karşısındaki en büyük figürün aldığı darbeyle rahat bir nefes alır.

2- Soylu Kaybeder İmamoğlu Kazanır: Süleyman Soylu siyaseten tamamiyle silinir, milletvekilliği de düşer, damadın önü sonuna kadar açılır. Meclis çoğunluğu sağlanamadığı sürece bir beş sene daha Ekrem İmamoğlu'nun genel başkan olma hayalleri suya düşer. Kim bilir belki de AKP, İstanbul'u kazanmak istiyor gibi görünürken basiretsiz Kılıçdaroğlu yönetimine suni bir başarıyla can suyu verip kendi geleceklerini garantiye almak uğruna İstanbul'u kaybetmek istiyordur. Belki FETÖ gibi bir SÜTÖ davası açılır ve AKP yine yeni yeniden günah çıkararak zeytinyağı gibi üste çıkar.

Belki İstanbul değil, Ankara için de benzer bir senaryo olabilir.



18 Ağustos 2023 Cuma

Türkiye'ye Gelen Suriyeliler, İleriki Yıllarda İklim Felaketi Sebebiyle Göç Edecek Yeni Mültecilerin Türkiye'ye Yamanması İçin Bir Alıştırma Süreci Olabilir

 Uzun bir başlık olduğunun farkındayım fakat korkutucu kelimesinin bile çok hafif kaldığı bir senaryo aklıma geldi. Aklıma gelen bu senaryonun gerçekliği konusunda iddialıydım, Ümit Özdağ'ın Fatih Altaylı'nın programında aynısını demesinden sonra artık yüzde doksan dokuz oranında eminim.

Ülkemize 2011 yılından beri gelen Suriyeli göçmenlerin üstüne son yıllarda bir de sınırımızın bile olmadığı binlerce kilometre ötedeki Afganlar ve Pakiler de Türkiye'ye hücum trendine kapılmaya başlarken kontrolsüz göç ve sınır güvenliği son yılların en tartışmalı konusu haline geldi. Türk kültürüne neredeyse taban tabana zıt olan mülteciler; ahlaki çöküşe, suç oranlarında artışa, ekonominin kaldıramayacağı bir vaziyete doğru sürüklenmesine gün geçtikçe ivmelenerek sebep oluyor.

Göçmenlerin AB'ye değil Türkiye'ye gelmesi için AB'nin Türkiye ile anlaşmaları ve verdiği milyarlar da bilinen bir gerçek. Peki mesele sadece Suriyeli meselesi mi, iktidar neden seçimi riske atma pahasına mültecileri gönderme konusunda harekete geçmiyor veya dedikleri samimi gelmiyor, Türk ekonomisi neden mantıklı politikalarla değil de sanki bilinçli bir beceriksizlikle günden güne daha da kötüye gidiyor, tüm bunların sebebi küresel iklim felaketi sonrasında dünyanın dört bir tarafındaki mültecilerin Batı dayatması ile Türkiye'ye yerleştirilmesi için yapılan adımlar mı?

Bana kalırsa Batılı devletler; bilim adamlarının da söylediği üzere 2030'lu yıllardan itibaren başlaması beklenen küresel iklim felaketinin en çok etkilenecek bölgelerinin halkları olan Afganların, Pakilerin, Hintlilerin ve Mağriplilerin memleketlerini terk edip başka diyarlara göçeceğini biliyor ve kendi ülkelerine almak istemiyorlar, alacakları da en nitelikli ve sicili temiz insanlar olacaktır. Peki bunca insan nereye sığacak, planlanana göre başta Türkiye olmak üzere Batı'nın kendinden hissetmediği İran vb. ülkeler olacaktır.

2011'den beri Batılılar ile Türkiye'nin yaptığı anlaşmalar neticesinde milyarlar karşılığında Türkiye'nin sınırlarını açtığı Suriyeliler ise bu senaryoda sadece Türk halkı için mültecilere alışma yolunda bir simülasyon konumunda, planlanana göre asıl mülteciler 2030'larda dört bir taraftan gelecek.

Yok artık o kadar da olmaz canım demeyin. Benim artık beceriksizlik boyutunu çoktan aştığını düşündüğüm bilinçli gayri gerçekçi politikalar güttüğü konusunda çok derin şüphelerimin olduğu mevcut iktidarın, Türk ekonomisini bilerek kötüleştirerek Batı'nın Türkiye'yi tam da istediği üzere ekonomik açıdan yardıma muhtaç duruma getirip ekonomiden bunalan, yıllarca Suriyelilere alışmış olan Türk milletinin dünyanın dört bir tarafından gelecek mültecileri AB'nin vereceği birkaç milyar dolar uğruna kabul edeceği bir aşamaya getirileceği konusunda ciddi şüphelerim bulunmakta.

Aziz Türk milleti de ana yasal haklarının bilincinde olarak demokratik yollardan sapmaksızın buna dur demeli ve Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun kadar kıymetli silah arkadaşlarının önderliğinde şuheda ile can suyu verilmiş bu kutsal vatanın, Mete Han'dan beri devam eden ve ebediyete ulaşacak şanlı tarihimizde hiçbir zaman esir durumuna düşmeyi kendine yakıştıramış bir geleneğin evlatları olarak bin yıldır Türküyle Kürdüyle, Lazıyla Çerkesiyle, Alevisiyle Sünnisiyle kardeşçe ve en önemlisi özgürce yaşadığımız bu toprakların değerini bir an olsun unutmamalı.

İşbu yazıda göçmenler hedef alınmamış, onların da Türkiye'nin hoşgörülü ve duyarlı tarihine yakışır bir şekilde kontrollü ve geçiçi göçmenliğine asla karşı çıkılmamıştır. Karşı çıkılan konu Türk vatandaşını yok sayan ve kendilerinin bile imrendiği bir geleneğin ve liderin kuruculuğunu üstlendiği Türkiye Cumhuriyeti'nin, Batılı devletlerce bir göçmen kampı haline getirilmesi yolunda Suriyeli kardeşlerimizin kullanılması ve ilerleyen yıllarda iklim felaketinden etkilenecek birçok unsurdan mültecinin Türkiye'ye yamanmasının olası planları konusunda gerçekliği ispatlanamayacak fakat son derece akla yatkın bir senaryo yazıya aktarılmıştır.

Üniversite: Bir KOBİ Mandırası

Dünyada ve Türkiye'de birçok sağcı ekolde olan niceliği niteliğe tercih etme tavrının iyi bir örneği olan Recep Bey'in döneminde birçok üniversite açıldı. Açılan üniversitelerin gerçekten üniversite niteliğinde olup olmadıkları hep tartışıldı. Fakat ortada tartışmasız bir gerçek var ki her şehirde üniversite var ve gençlerin neredeyse tamamı üniversite eğitimi alıyor. Herkesin bu eğitimi alması ile de üniversiteler 70'lerin ortaokulu gibi bir eğitim kademesi durumuna düşüyor dolayısıyla da üniversite okumuş olmanın itibarı ve getirileri ister istemez düşüyor, iş hayatında ise iş bulmak için üniversite mezunu olmak bir artı değer olmaktan çıkıp artık gerek şart durumuna geliyor.
Belli periyotlarla sık sık gündeme gelen atama bekleyen bölümler, üniversiteli işsizler ve mezun olduğu bölümle zerre alakası olmayan üniversite eğitimini gerektirmeyen niteliksiz işlerde çalışan gençler...
Bu tip sorunlarda gençlerde de hata olsa da hatanın aslan payı tabii ki devlette. Son derece plansızlıkla her yere üniversite açan, atanamayan birçok gençten anlayacağımız üzere piyasalardaki talepten çok daha fazla yeni mezunu hayata kazandıran, bu gençlerin hayatlarına ve hayallerine olumsuz anlamda etki eden plansızlığın sebebi devlettir. Devlet Planlama Teşkilatı veya üniversiteler için benzer işleri yapacak bir devlet aklı lazım. Bu akıl üniversitelerin niceliğine değil niteliğine önem vererek nitelikli yeni mezunlarla piyasadaki rekabeti arttırken bir yandan da genç işsizler kervanı yaratmayacak sayılarda yeni mezun vermenin hesabını yapacak. Zor değil, inanın zor değil.
Peki hükümet her şehre bir üniversite politikasının eğitime ve dolayısıyla geleceğimize verdiği zararları idrak edemeyecek kadar mı beceriksiz? Hayır değil, tabii ki değil. Üniversitelerin açılmasının ve her gencin üniversiteye gitmesinin bir devlet politikası olmasının sebebi eğitim değildi ki niteliksiz eğitimden rahatsız olup bu saçmalıktan dönecek kararlar alsınlar. Aksine hükümet için her şey gayet iyi bir şekilde işliyor.
AKP'nin üniversitelerden umduğu eğitim değil ekonomiydi. Aynı zamanda bir esnaf hükümeti olan AKP'nin her sağcı hükümet gibi kalkınma ve istikrar üzerine fazla eğilmesi 'İstikrar sürsün Türkiye büyüsün' sloganıyla esnaflar için halihazırda yıllardır devam eden AKP iktidarının gittiği takdirde gelecek iktidar döneminin öngörülemez olduğunu zihinlere kazıyarak esnafları kendisine mecbur bırakmak istiyordu. 
Üniversite ile ekonominin alakası KOBİ'lerde saklı. Türkiye'nin on civarı büyük şehri hariç geriye kalan illerde üniversite olmazsa eğer KOBİ'ler geçinemez, KOBİ'ler geçinemezse istihdam azalır ve işsizlik artar, tüm bunlar olursa da AKP'nin oy deposu taşralar oylarını Recep Bey'e vermez. 
Pandemi döneminde üniversitelerin açılmasını en çok isteyenler yüksek eğitim alıp yerinde ve imkanların elverdiğince uygulamalı eğitim almak isteyen tıp, mühendislik vb. bölümlerden ziyade en niteliksiz bölümlerde okuyup üniversiteyi bir eğlence merkezi kıvamında kullanan sözde öğrenciler ve en önemlisi de KOBİ'lerdi.
Ezcümle Recep Bey zaten nitelikli bir eğitim için üniversite enflasyonuna gitmedi. Asıl amacı oy ambarı niteliğindeki taşralara üniversiteli gençler sayesinde KOBİ'lerin ayakta kalmasını sağlayarak istihdamın sürmesi, dolayısıyla da ekonomiyi diri tutmaktı. Ayrıca üniversiteli gençlerin işsiz kontenjanından sayılmadığı istatistikler gibi diğer sebepler de rol oynuyor olabilir.

17 Ağustos 2023 Perşembe

2023 Seçimleri İçin Yapılan Ekonomik Manipülasyon Diğer Meseleleri Nasıl Unutturdu


 Türk ekonomisinin aşağı yukarı 2018 yılından itibaren önceki yazılarımda değindiğim sebeplerden ötürü serbest düşüşte olduğu apaçık bir gerçek. 

Hukuk, eğitim, sosyal adalet, ifade özgürlüğü ve özellikle de mülteci meselesinden dolayı halkın desteğini almakta oldukça zorlanan AKP'nin bir diğer sorunu da ekonomiydi. Ekonomi ve mülteci meselesinden dolayı tepkili olan AKP seçmeninin ekonomi için elbet bir gün düzelir, zor zamanlardan geçiyoruz gibi düşünceleri olsa da iktidarca ensar, müslüman kardeşlerimiz olarak nitelendiren mülteciler hakkında daha tepkili bir duruşları vardı.

Karnesinin bu kadar kabarık olduğunu bilen Recep Bey'in bildiği bir şey daha vardı, ülkenin en büyük sorunu ve seçmenle arasını açan en büyük sebep mülteci meselesiydi. Bu sorun seçimin kaybedilmesinin baş sebebi olabilirdi. Mültecilerin ise AB ile yapılan anlaşmalar neticesinde, en azından kendi iktidarı döneminde, gönderilemeyeceğinin farkındaydı. Yapması gereken ise memleketin en büyük sorununun mülteci meselesi olduğunu unutturmaktı. Bu öyle kolay yapılacak bir hadise olmadığından dolayı mülteci meselesinin gölgede kalması için daha büyük bir sorun gerekiyordu. O da ekonomiydi.

Halihazırda belli bir ivme ile kötüye giden iktidarın canını sıkan, vatandaşın canını yakan mevcut ekonomik durumun o an kimsenin anlam veremediği seviyede beceriksizlik örneği ile altını iyice oyuyorlardı. Ekonomiden sorumlu bakanlar, merkez bankası başkanları piyasaların son derece azalmış güvenini daha da kıracak şekilde sürekli değişiyor, dünyada yeni bir teoriye imza atılarak faiz sebep enflasyon sonuç deniyor, Kur Korumalı Mevduat sistemine geçiliyordu.

Tüm bu olanlar beceriksizlik değil bilinçli yapılan işlerdi. Maksat ekonominin kötüleşmesine sebep olarak vatandaşın tüm ilgisini oraya çekerek başta mülteci meselesi olmak üzere birçok sınıfta kaldıkları meselelerin unutulmasını istiyorlardı.

Gerçekten öyle de oldu. Türk milleti 2022 yılını ekonomi konuşarak geçirdi. AKP seçmeni bile neredeyse CHP seçmeni kadar isyankar bir tavırla ekonomiyi eleştiriyordu. TV programlarında sistem eleştirisi için ekonomiyi yeren parodiler sahneleniyor, sosyal medyanın mizah sayfaları ekonomiyi hedef alan paylaşımlar yapıyor, sokak röportajlarında ise vatandaşın ekonomiden ne kadar bunaldığı her gün karşımıza çıkıyordu. Artık Türkiye'nin bırakın en büyük sorununu, tek sorunu ekonomi olmuştu. Recep Bey'in istediği de buydu.

2022'nin sonlarına geldiğimizde Recep Bey '3 harfli marketler'i hedef alıyor, enflasyonun sebebini onlara bağlıyordu. Aklı başında hiç kimse buna inanmıyor, ancak kendi fanatik destekçileri buna inanıyordu. Fakat Recep Bey 3 harfli marketlere amiyane tabirle ayar verdikten sonra marketlerden biri 1000 üründe fiyat sabitlemeye, diğer ikisi de indirimlere veyahut en azından zamların ivmesinde büyük bir düşüşe gitmişti. Recep Bey'in 3 harfli marketlere ayar vermesi işe yaramışa benziyordu, dolayısıyla enflasyonun Recep Bey'in yönetiminden değil marketlerin fırsatçılığından kaynaklanıyor tezi de doğrulanıyordu, tüm bunları yaparken sağ seçmenin sevdiği karizmatik lider görevini de marketlere ayar verip halkı kurtararak başarılı bir şekilde yerine getirmişti.

Çok yüksek bir ihtimalle İktidar ile büyük market zincirleri anlaşmıştı. Anlaştıkları konu ise belli bir dönem boyunca, ki bir seneyi aşan bir süreç, marketler enflasyonun da üzerinde zamlar yapacak, bu süre boyunca kazandıklarını fazlasıyla kazanacaklardı. Daha sonra ekonomiden bunalan, zamlardan bıkan halkın sesi olarak Recep Bey marketlerle danışıklı dövüşe girip ayar verecek, marketler de indirimlere gidip zaten bir sene boyunca kazandıkları ile fazla zorlanmayacaklardı. Halk da seçimin son altı ayını 2022 yılına göre oldukça rahat geçirecekti.

2023 yılına geldiğimizde ise ekonomi eskisi kadar can sıkmıyor, fiyatlar el yakmıyordu. Bir seneden fazlasını sadece ekonomi konuşarak geçiren Türk halkı mülteci meselesini nispeten unutmuş ve Recep Bey'in yaptığı bu ekonomik manipülasyonun tuzağına düşerek reislerinin ekonomiyi rayına oturttuğunu düşünerek kendisine bir şans daha vermişti.

Ezcümle, akıldışı olarak görülen ve anlam verilemeyen politikalarla ekonomi bilinçli kötüleştirildiği için Türk halkı ekonomiye fazla odaklanarak başta mülteci meselesi olmak üzere diğer sorunları unuttu. İktidarın kendi eliyle kötüleştirdiği ekonomiyi yine iktidar düzeltti. Kolaydı çünkü kendi elinde olan sebeplerden kötüye giden ekonomiyi yine kendileri düzeltebilirlerdi.  Aslında düzeltmediler de. 2018'den beri belli bir ivmeyle kötüye giden ekonomiyi bilinçli kötüleştirip ardından olması gereken yere çektikleri için düzeltilmiş algısını oluşturdular. Başarılı da oldular.


16 Ağustos 2023 Çarşamba

EKONOMİK KRİZ: Suni Refah Uğruna İnşaat Sektörü Temelli Ekonomik Yapılanmanın Türkiye'ye Zararları

 Türkiye Milenyuma kadar çeşitli sebeplerden ötürü ekonomik krizler yaşamıştı. Halk bir türlü arzu edilen refah ve bolluk seviyesine en azından orta - uzun vadeli erişememişti. 94'ün ardından 2001 ekonomik krizinin yaşanması Türk halkında bir ekonomi psikozu yaşatmıştı. 

AKP 2002'de iktidara geldiğinde Türk halkının en hassas karnının refah ve hizmet olduğunu bildiği için kolları sıvadı ve harekete geçti.

Halihazırda ekonomik kriz yeni atlatılmış Kemal Derviş politikaları sayesinde nispeten dengeli bir ekonomik zemin oluşmuştu. Dünyada da Türkiye gibi Brezilya ve Meksika benzeri gelişmekte olan ülkelere para akışının fitili ateşlenmiş, ABD piyasaya Dolar pompalamaya başlamıştı.

AKP hükümeti tüm bu sebeplerce oldukça şanslıydı çünkü bugüne kadar ekonomiden illallah etmiş ve hizmete susamış halk bir krizi daha yeni atlatmış, Kemal Derviş Politikaları ile krizden çıkılmış, ABD piyasaya Dolar pompalamış, gelişmekte olan ülkelere yatırım trendi olmuştu.

AKP bunu kısa - orta vadeli süreç için oldukça etkili fakat uzun vadede büyük yapısal sorunlara neden olacak bir ekonomik politika ile daha da perçinledi. İnşaat sektörü. İnşaat sektörü oldukça verimli ve dallanıp budaklanarak etrafını besleyen bir sektördür. Çimento fabrikasından PVC pencere işletmesine, Cam sektöründen boya sektörüne, lojistik firmalarından mobilya imalathanelerine kadar binbir çeşit sektörü besleyip ülkede birçok istihdam alanı açarak işsizliği düşürür, refah getirir ve hareketliliği son derece yüksek kılar. Ayrıca müteahhitler ve inşaat sektöründeki demirbaşlarla kendi yandaş ve fondaşlarınızı yaratabilir gücünüze ortak ettiğiniz bu faktörlerle iktidarın sona ermesini sadece siz değil oluşturduğunuz oligarklar da istemez ve canla başla mücadele eder.

Emlak balonu 2018 gibi patlayınca Türk Ekonomisi de serbest düşüşüne başladı. 

Türk halkının bir diğer hassas karnı da hizmetti. Halihazırda bolluk olan ülkede bir de özelleştirme politikaları ile sıcak para el yakmaya başladı. Bu gelen paralarla da yol, köprü, hastane ve camiler yaptırılarak AKP öncesi pek de hizmetten faydalanamamış halkın gözü boyandı ve ortaya son derece etkili bir slogan çıktı: 'Belediye işi gönül işi'

Türk solu büyük ölçüde özelleştirmeye karşı çıksa da aslında özelleştirme kötü bir şey değildir. Kötü olan peşkeştir. Usulüne uygun ve şeffaf yapılmış bir özelleştirme ile rekabet artabilir, devletin ve dolayısıyla vatandaşın üstündeki yük azalabilir.


Türk Ekonomisi Neden Bu Halde, Neyi Yanlış Yaptık

Türkiye doğalgaz ve petrol gibi enerji kaynaklarında dışa bağımlı bir ülke olduğu için bu alanda ülkemizde ciddi bir döviz çıkışı söz konusu. Dolayısıyla bizim ülkemize diğer ülkelerden bile daha fazla döviz çekerek dengeyi yakalamamız hatta artıya geçmemiz gerekmektedir. Bunun yolları ise ihracat, turizm ve dış yatırımdan geçiyor.

Dolar'ın 2010'lu yıllarda neredeyse TL ile aynı değerde olması ithalatı daha cazip kıldı. Türkiye'de maalesef katma değeri yüksek üretim yapılmıyor, yurtdışına da ihraç edilemiyor. Hatta buğday, kırmızı et, patates, soğan gibi en basit ve temel ihtiyaç kalemlerini bile ithal ederek daha da kötü sonuçlara neden oluyor.

Turizmde ise maalesef potansiyelimizin altında kalıyoruz. Türkiye'ye gelen turistler genellikle ekonomik olarak ülkelerinin orta - alt sınıfına mensup olduğundan çok fazla harcama yapmıyorlar. Ülkemize gelen turist sayısı grafiği dünyada en iyi sıralarda olsa da turistin harcadığı para bağlamında iyi bir sıralamaya sahip diyemeyiz. Gelen turistler de genellikle Antalya, İstanbul ve Muğla gibi yerlere gidiyor, Türkiye'nin geri kalan değerleri bu anlamda heba oluyor, dolayısıyla bir PR sorunu da var diyebiliriz. Fakat yine de turizm bu üç döviz getirebilme faktörü arasında en iyi yere sahip alan.

Türkiye artık dış yatırımcı için cazip bir ülke değil, dış yatırımcıyı çekebilme kapasitemiz ise maalesef yıldan yıla düştü. Bunun sebepleri demokrasi ölçütlerinde serbest düşüşte olmamızla doğru orantılı. Özellikle 16 Nisan 2017 referandumu sonucu Türk tipi başkanlık sisteminin gelmesi ile kuvvetler ayrılığından pek de eser kalmadı, daha otoriter ve tek adama bağlı bir yönetim zaten yılda birkaç kez tek gecede gelen kararlarla ekonomi bakanının, merkez bankası başkanının değişmesi ile kendini gösterdi. Tüm bu sebepler ise, Türkiye'nin öngörülemez ve tek adamın keyfine bağlı bir biçimde yönetildiğinin kanaatine sebep oluyor. Haliyle de dış yatırımcılar öngöremediği, parasının yarın bir gün ne olacağını bilemediği, ekonomik politikalarının çok hızlı değiştiği Türk ekonomisini riskli bulduğundan para yatırmıyor.

2020 Pandemisi de ülkemizi oldukça olumsuz etkiledi. Ben 2023 kasım veya 2024 Kasım gibi bir stagflasyon bekliyorum.

15 Ağustos 2023 Salı

AKP'nin Hâlâ İktidarda Olabilmesinin En büyük Sebebi: 16 Nisan 2017 Referandumu & HDP

 7 Haziran 2017 seçimi. CHP'nin gayriresmi bir propagandası ile kendini 'Beyaz Türk' olarak nitelendiren CHP'nin bir grup seçmen oyunu HDP'ye attı. Bunun sebebi ise HDP'nin %10 barajını geçebilmesini sağlayıp mevcut seçim sistemi gereği vekilleri AKP'ye kaptırmayarak AKP'nin tek başına iktidara gelmesine engel olmaktı. Plan tuttu. HDP barajı geçti, AKP aldığı %40 civarı oya rağmen tek başına hükümeti kuramadı.

Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP heyeti ile Bahçeli önderliğindeki MHP heyeti bir dizi pazarlık içeren görüşmeye başladı. Kılıçdaroğlu en sonunda Bahçeli'ye başbakanlık teklifi dahi yapsa Bahçeli bunu kabul etmedi, görüşmeler sonuçsuz kaldı ve bir seçim kararı daha alındı.

Ülkemizde başta IŞİD kaynaklı olmak üzere şehirlerin en merkezi yerlerinde terör saldıları artık vaka-i adiye durumuna gelince AKP bu saldırıları bitireceğinin sözünü verdi. Böylesi kriz durumlarında muhafazakarlaşan, sistemi korumaya yönelik tavır sergileyen halk da 1 Kasım'da rekor oyla AKP'yi seçti.

15 Temmuz 2016 günü Mete Han'dan beri devam eden darbe geleneğinde tarihin belki de en tartışmalı darbesi gerçekleşti. AKP'nin yarattığı birlik ve beraberliğe davet ortamına CHP bile belli bir süre iştirak etti. Kontrollü darbe ve darbenin suistimali iddiasındaki CHP bu birliği bozsa da Recep Bey'in eski bayağı küfür ortağı, yeni kader ortağı Devlet Bahçeli bu birlikteliği asla bozmadı. Bu atmosferle referandum sürecine doğru gidildi.

16 Ninsan 2017 Referandumu. AKP yanına en büyük 3. parti olan MHP'yi, BBP'yi, o gün pek konuşulmasa da Hüda Par'ı almış ve muhafazakar - milliyetçi bir cehpe ile referanduma girmişti. CHP'nin yanına alıp hayır cephesini oluşturabileceği kesimler ise seküler ve anti Erdoğancı çizgide MHPliler (bugünün İyi Partilileri ve Zafer Partilileri) , inancında samimi dindarlar (Saadet Partisi) ve HDP kalıyordu.

2023 seçimlerinde de bloklar değişmedi. Recep bey 2017'de böyle bir cephe oluşturdu, ülkeyi iki kutuplu hale getirdi. Recep Bey'in kurduğu bu oyunda HDP, CHP saflarında kalıyordu. CHP, HDP'yi almazsa yüzde elli oyu bulamayacak, alırsa da kendi cephesindeki seküler milliyetçi cenahı rahatsız edip homurdanmalara ve Erdoğan'ın cephesinden oy çekememeye sebep olacaktı. İkincisi oldu.

16 Nisan 2017 günü, 'Yahu bu Erdoğan ne yapıyor, her yetkisi var neden başkanlık istiyor.' 'Durup dururken yüzde elli artı biri neden çıkarıyor, kendi işini zora sokuyor' denirken Recep bey 2020'li yıllarda ekonominin 2010'lardaki seviyede gitmeyeceğini biliyordu. Emlak ve inşaat temelli suni refahla vatandaşın gözünün boyandığı bu plansız ekonomik model elbet bir emlak balonu ile patlayacaktı. Yandaşlara ve fondaşlara ülkemizin peşkeş çekilip bu isimleri iyice semirtip medyaya yönlendirerek havuz medyanın olimpik havuz medyasına çevrilmesini sağlayıp kara ve ak propagandaları vatandaşın beynine işleyerek seçilmenin yolunu oluşturdu. 

AKP'nin seçimdeki en büyük propagandası 'CHP ile HDP el ele'ydi. Nispeten doğruydu da. CHP seçilebilmek istiyorsa HDP'ye mahkumdu, bu mahkumiyeti yaratan da Recep Bey'di.


AKP Nasıl İktidar oldu, Siyasal İslam Projesinin ABD Eliyle Filizlenmesi

Atatürk, dahi bir lider olsa da aklındaki birbirinden değerli devrimleri tezcanlılıkla hızlı hızlı yaptı ve bu değerli devrimler maalesef halkça sindirilemedi, sindirenler ise o günün şehirlileriydi ve Cumhuriyet tarihinde o günün köylü - şehirli, bugünün muhafazakar - seküler fay hattı oluştu.

Adnan Menderes 'Yeter! Söz milletindir.' gibi ikonik bir sloganla 2. Dünya Savaşı'nda ister istemez yorulan halk tarafından seçildi ve 10 senelik yönetiminin sonunda idam edildi. Cumhuriyet tarihinin, özellikle sağ kesiminde, büyük travmalarından biri oldu.

Kabaca 70'lere geldiğimizde ise dünyadaki özellikle 68 kuşağı başta olmak üzere büyüyen solcu hareket Türkiye'ye de sıçradı. Ülkemizi 51. eyaleti olarak gören ABD ise Türkiye'nin Sovyet eksenine girmemesi için FETÖ başta olmak üzere tıpkı şanlı Kurtuluş Savaşı sırasında peydahlanan zararlı cemiyetler gibi bir zararlı cemaatler ve Komünizmle Mücadele Dernekleri ile Türkiye'nin muhafazakar damarına Bypass yaptı. 'Solcu tehlike' ile mücadele edilmesi adına oluşturulan bu unsurlar siyasal islamın da temellerini oluşturacaktı. 

80 Darbesi'nde Kenan Evren şartların olgunlaşmasını bekleyerek yönetimi eline aldı. Karikatürize ve amacından bilinçli olarak çıkarılmış Kemalizm anlayışını Türk milletinin hafızasına kazıdı. Kemalizm kınına girmiş kenanizm kılıcı ile muhafazakarların haklı mağduriyetleri başlamış oldu. Daha sonra Türban yasağının gündemin bir numaralı maddesi olması ile toplumdaki muhafazakar - seküler ayrışması iyiden iyiye fitilleniyor ve muhafazakarların bu öfkesi onları birleşmeye doğru itiyordu.

Nihayet Erbakan ile bu muhafazakar hareket meyvesini verdi fakat Erbakan ABD'nin isteyeceği tarzda bir adam değildi. Kendi içinde tutarlı, dinci değil dindar ve vatansever bir adamdı. Üstüne bir de tam bağımsızlığı savunuyordu, bir nevi yeşil soldu. Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonlarından biri olarak 28 Şubat ile ABD tarafından kullanışlı olamayacak Erbakan gönderildi, muhafazakarların lideri ve muhafazakarlar güçlü ve bilinçli bir şekilde mağdur edildi ve ABD'nin pek sevdiği, Hocasının ise sevmeyip uyarılarda bulunduğu o 'ZAT'ın önü açılmış oldu.

Siyasi yasakla muhtar bile seçilemez denilen Recep Bey bu ülkeyi şimdilik 22 yıl yönetmek üzere başa ge(tiri)ldi.

SAHİPLİK SÖZLEŞMESİ: Kadın Erkek ilişkilerinin Toplum Düzeni İnşası

      Açıkçası bu yazıyı yazarken gerek sosyolojiyi gerek kültürel antropolojiyi gerekse de diğer önemli disiplinleri yeteri kadar bilmediği...